21 Aralık 2009 Pazartesi
19 Aralık 2009 Cumartesi
16 Aralık 2009 Çarşamba
Ara: Akıl&Fikir
29 Kasım 2009 Pazar
Kargalar...
Mustafa Hoca'nın kılavuzlu kargalı bir muhabbeti vardı bilirsiniz, ara ara da devam eder bu geyik ve maalesef de devam edecek gibi..Mustafa Hoca o vecizesinde kimleri kast etmiştir tam olarak bilemiyorum ama, o kargalardan bir tanesinin bokuna rastladım az önce:
http://www.ligtv.com.tr/VideoHaber/?r=1&hid=64586
Linkteki video'nun özetini içeren metin burada:
"Beşiktaş Teknik Direktörü Mustafa Denizli Sivasspor galibiyetinin ardından Lig TV'ye iddialı açıklamalarda bulundu. Tecrübeli teknik adam, üstü kapalı olarak kendini eleştirenler cevap verdi ve "Benim yaptığım hesapları yapamayanlar var. Ben kendi kafamda belirliyorum ama bazıları bunu yediremiyor galiba. Beşiktaş’ın grafiği iyi gidiyor. Zorlu maçlar oynuyoruz kadromuzu da düzenli ve iyi bir şekilde kullanmalıyız. Hem takımın form seviyesini muhafaza etmek hem de istediğimiz sonuçları alabilmek için önemli bir uygulama bu" dedi. Denizli, ilk devreyi lider bitireceklerini de sözlerine ekledi."
Video'yu izlediğimizde ise Mustafa Hoca'nın "...bazıları bunu yediremiyor galiba" gibi kendisine de yakışmayacak bir ifade kullanmadığını anlıyoruz.
Ufak bir ayrıntı olabilir bu ama şu meşhur "bir takım medya"nın bu tarz oyunlarından, "reyting reyting" hezeyanları uğruna insanları hedef göstermelerinden ve Logo'sunu "http://www.football-wallpapers.com/" sitesinden araklayan LigTv'den nefret ediyorum...
26 Kasım 2009 Perşembe
21 Kasım 2009 Cumartesi
19 Kasım 2009 Perşembe
Ben Kara Murat'ım
14 Kasım 2009 Cumartesi
Temizlik...
"Denizlispor ve Wolsfburg maçlarında tribünlerden yükselen kötü tezahürat ve çıkan olaylar nedeniyle aralarında amigo Alen Markaryan'ın da bulunduğu 36 Beşiktaşlı taraftara 1 yıl statlara giriş yasağı ve 2 bin tl para cezası verildi.
Alınan bilgiye göre stada giriş yasağı verilen 36 kişi, Beşiktaş'ın hem iç hem de dış sahadaki tüm maçlarında bir yıl boyunca statlarda yer alamayacak."
İki kupayı unutup, vefasızlık yapanların başına bunlar da geliyormuş demek!! Dayak yetmemişti zaten, iyi olmuş bu..
Bravo Yıldırım, çok iyi gidiyorsun!!
12 Kasım 2009 Perşembe
Solide et Magnifique*
Mehmet Demirkol da orada okumaktan zevk aldığım yazarlardan biriydi. Hala da yazılarını zevkle okurum, mesela Okay Karacan ve Uğur Meleke ile birlikte katıldığı "Futbol Klübü" programının tadı hala damağımdadır. Demirkol, futbolcu eskisi veya doğrudan birilerinin eskisi bazı yorumcular gibi paslı bir beyin değildir ve bunu fark ettirir ama geçen yaz Ferrari hakkında yaptığı yorum nedeniyle epey bir tepki gördü. Meseleyi iyi takip edenler bilecektir ama yine de unutup hatırlamak isteyenler buradan öğrenebilirler.
Aceto Balsamico'da yayınlanan ve çeşitli blog okuyucularından gelen soruların cevaplandırıldığı bir röportajda Demirkol aynen şunları ifade etmiş:
"...Değerli arkadaşlar! Ferrari’yi sandığınız gibi dün tanımadım ben. Youla’nın karşısında ne hallere düştüğünü 2003’de gördüğümden bu yana bilirim takip de ederim. Geniş alanda zayıftır."
Buna benim bir sorum var. 15 Eylül 1998'te Fenerbahçe Parma ile Kadıköy'de unutulmaz bir UEFA maçı oynadı ve 1-0 kazandı. İyi hatırlıyorum. O maçın yıldızı geniş alanda Fabio Cannavaro'yu çaresiz durumlara düşüren ve sonunda oyundan attıran Elvir Balic idi.
Şimdi Cannavaro kötü bir oyuncu mu oluyor? Dünya üzerinde geniş alanda zayıf kalmayan kaç tane defans adamı var?
Bir de alttakine bakalım:
"...Ayrıca bilmenizi isterim ki, Gökhan Zan’ın yurtdışı algılaması bizdekinden çok farklı. Yanlış hatırlamıyorsam Giresse onun için 'solide et magnifique'* demişti. Biz bazı oyuncularımız değerini bilmiyoruz. Yurtdışında yüksek piyasası olan ender oyunculardan biri Gökhan..."
Bir soru daha sorayım. Arsenal'e gidecek denen Gökhan Zan, 2008 yazında boşta kalmış ve sonunda Beşiktaş'a imza atmamış mıydı? Sergen Yalçın, Euro 2008'deki Portekiz maçı öncesi televizyonda yorum yaparken Gökhan Zan ve Servet'i kastederek "...bunlar bizim zamanında 'kazma stoper' olarak tabir ettiğimiz adamlar, bunlarla oynarsak bizi fena yaparlar" gibi acı, komik ve bir o kadar da gerçekçi bir şekilde yorum yaparken birilerinden icazet alıp da mı konuşmuştu acaba?
*İngilizce karşılığı solid and magnificient olan 'solide et magnifique' ifadesindeki sözcüklerden solide, katı, gürbüz, dayanıklı, sağlam gibi anlamlara gelirken, magnifique ise parlak, görkemli ve göz kamaştırıcı gibi anlamlara gelmektedir.
11 Kasım 2009 Çarşamba
8 Kasım 2009 Pazar
Introspection
4 Kasım 2009 Çarşamba
Gerçekler
Hadi itiraf edin, maçtan önce içinizde bir umut vardı değil mi? Ulan şaka maka bi gol sıkıştırsak, sonra da çılgın üçlü Sivok-Ferrari-Ernst kapanı kursa ve kurtları kitlesek diye geçirdiniz içinizden değil mi?
Maç öncesi gelen Ernst haberi zaten hayallerin dibine dinamiti bırakmıştı ama, maçın başlama düdüğü ile birlikte başlayan muazzam Wolfsburg presi adeta suratımızda tokkkaaat gibi patlamıştı. Ben uzun zamandan beri bir takımın bu kadar uzun süre, bu kadar boğucu bir pres yaptığını görmemiştim açıkcası. İkinci yarı bir ara kesilir gibi olan "Wolfsburg presi" tekrar hortladığında ise artık çok geçti..
Evet bu maçın önemi bir çok anlamda çok büyüktü: Bu sene ilk Şampiyonlar ligi galibiyetini alacaktık, tarihimizde ilk defa Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkmanın eşiğine gelecektik vs.. ama ben açıkcası bu maçı; Wolfsburg'un beni derin derin düşünmeye iten ve kazara daldığım rüyalardan uyandıran presini gördüğüm maç olarak hatırlayacağım.
Şimdi kimse ah forvetler formsuz, uh bobo top alamadı, vah ernst oynamadı demesin, gerçekleri dökelim:
1-Futbolda fizik olarak (ister body balance diyin, ister ikili mücadelelerde ayakta kalmak diyin) en zayıf avrupa ülkesiyiz.
2-Bu bir-iki senede geliştirilebilecek bir durum değil ve bunu telafi etmek adına yapacağın tek şey olan "kondisyon" konusunda da sınıfta kalıyoruz. (Çok yorulduk biz! Ankaragücü maçını erkene alın ühühühühü)
3-Gözlerinizi kapatın: Şampiyonlar Liginde gruptan çıkmayı hak edecek orta halli bir takıma kaç oyuncu alırsınız mevcut kadrodan? (hadi oldukça iyimser olalım)
ilk 11: Ferrari-Ernst
İlk 18: Sivok-Serdar Özkan-Ekrem-Nobre-İsmail Köybaşı
Hadi şimdi herkes suratındaki tokatlarla birlikte dağılsın...
3 Kasım 2009 Salı
Sıçtı Cafer Bez Getir...
29 Ekim 2009 Perşembe
Şampanya Dahil Mi?
Wolfsburg maçının bilet fiyatları açıklandı ve en ucuz bilet 75 TL. Aynı gün oynanacak bir başka ŞL maçı olan Manchester United - CSKA maçında Old Trafford'taki en ucuz bilet 27 Pound (yaklaşık 67 TL). Üstelik eğer yaşlıysanız bu fiyatın yarısına orada yerinizi alabiliyorsunuz.
Türkiye ile İngiltere'nin kişi başına düşen yıllık gelir hususunda birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
Wolfsburg maçının biletine yukarıdaki gibi bir şampanya dahil mi?
23 Ekim 2009 Cuma
Alemin Kralı Geliyooor!!!
22 Ekim 2009 Perşembe
Bıçağın İki Yüzü
Yeşiller ve Siyahlar Bölüm I
Maçtan önce Beşiktaş'a "acıyan", acıma hissiyatı içerisine girip bilumum terbiyesizlik ve makara yapan herkes şimdi gitsin soğuk su içsin, hatta yetmez... Soda içsin. Yetmiyorsa elimde mide hapları var. Tesirli olur.
Saha dışında gözüne gözlük isteyen, geçen sene Arsenal karşısında onsekizinden çıkamayan Fener ile bu sene Anderlecht karşısında başı dönen Sivas'ı unutan bazıları ise bir yerde maça dair şöyle buyurmuşlar:
"...en son ne zaman bir türk takımı avrupa arenasında bu kadar acz içersinde oynadı şahsen hatırlamıyorum."
Yanlış anlaşılmasın. Beşiktaş iyiydi demiyorum. Dün geceki Beşiktaş oyunun genelinde kötüydü. Noat Samisa'nın ilgili maç postuna, o daha yazıyı tam yazmadan şöyle bir yorum yapmıştım. Aynen aktarıyorum:
"Ben iyimser bakamıyorum maalesef.
Felaket ikili İbrahim Kaş ve Rüştü geçmiş maçlardan aynen rezil bir şekilde devam ettiler. İbrahim Kaş'ın Getafe'de niye kendine yer bulamadığı çok net. Bir oyuncu bu kadar temel futbol bilgisi yoksunu olabilir mi? Oluyormuş. Her maç aynı terane, her seferinde aynı hamle hataları. Wolfsburg'un sol tarafını parlattı. Yazıklar olsun... Sağımızdan yürüyerek kaç tane "gollük" orta yaptılar sayamadım. Rüştü ise her maç şöyle bir çıkayım hava alayım dercesine çıkıp ödümüzü koparmasa... Böyle giderse sıkı bir dayak yiyip "malulen emekli" olacak.
Maçın başında Wolfsburg, santraforlarını yay civarından orta çizgiye doğru çekip sürekli defansın arkasına adam kaçırmaya çalıştı. Az kalsın başarılı oluyorladı. Kasımpaşa maçında da görülen bu zaaf, basit ama çok önemli bir problem olup çözümü bulunmazsa başımızı epey ağrıtır. Bu bağlamda savunmada adam kovalatmak nasıl bir mantıktır, ciddi bir açıklamaya ihtiyacım var.
Deli, işini yapmaya çalıştı ama Wolfburg'un dümdüz sağ bekini durdurmak maharet değil, nitekim sonradan oyuna giren Dejegah epey rahatsız etti o tarafı, çok kolay çalımlar attı. Olmaz, olmaz, olmaz... İsmail Köybaşı'dır bu takımın sol beki. Sağ da Ekrem'in.
Grafite'nin atılacağını hiç sanmıyordum ki Rosetti gözünü kırpmadan onu oyundan attı. Maçta beni en çok şaşırtan şey de bu oldu.
İnönü'deki maç çok zor. Wolfsburg'un bize göre daha ciddi pozisyonları vardı. Grafite'nin olmayacak oluşu bizim stoperlere fizik mücadele bakımından uğraşacakları adam sayısının eksilmesi açısından iyi olacak, daha az boğuşacaklar. Ama Martins tam bir deplasman forvetidir. 1-0 olsun bizim olsun tarzında sabırlı oynamazsak, fena üzerler. İnönü'de önce gol yememeliyiz. Sonrası? Sonrası, Denizli'nin süreceği kadroya ve Bobo ile Nihat'ın nasıl oynayacağına bağlı. Daha doğrusu "rahatlarını" biraz bozmalarına...
Çok önce, "Cisse'yi arayacaksın, M.Demirkol da hayatının en büyük gaflarından birini yapacak" deseler inanmazdım, zira Fink rezil ötesi oyunu ile Ferrari ise Zago'nun daha iyisi bir istikrarlı performans ile devam ediyor."
17 Ekim 2009 Cumartesi
Uyan!
Kartallar Yalnız Uçar!
15.10.2009 15:17:00
Her Beşiktaş taraftarının önce kendisine bireysel olarak şu soruları sorması gerekiyor:
Harçlığından arttırdığı, maaşından ayırdığı parasıyla biletini-kombinesini alan, Kartal Yuvası'ndan aldığı lisanslı ürünle renklerine katkıda bulunan bir taraftar, 30-40 kişilik "organize suç örgütleri"nin yönetimine ve kontrolüne girmek, hiç sorgulamadan biat etmek zorunda mıdır?
"Bugün alkışlanacak!" buyruğunu aldığında, alkışlamak,
"Bugün protesto edilecek" buyruğunu aldığında, protesto etmek,
"Sus!" denildiğinde susmak, "Konuş!" denildiğinde konuşmak zorunda mıdır?
Kendi özgür iradesini, o 30-40 kişilik "organize suç örgütleri"nin kontrolüne terk etmek zorunda mıdır?
Kimdir bunlar?
Eğitimleri nedir?
İş-güç sahibi midirler?
Kimdir?
Hayatları boyunca bir kez bile ceplerinden bilet parası ödeyerek kulüplerine katkıda bulunmuşlar mıdır?
Bir kez dahi ceplerinden para ödeyerek lisanslı ürün satın almışlar mıdır?
Kimdir bunlar?
Tek tek, isim isim saysan, üst üste toplasan, kaç kişidirler?
Gerçek taraftarın renk sevgisini uydurma hikâyelerle sömürmekten, sülük gibi yapışarak kulüp imkânlarıyla semirmekten başka ne yapmaktadırlar?
Onlar olmasa tribünler sessiz mi kalacaktır?
Kimse tezahürat yapamaz, takımına destek veremez mi olacaktır?
Kimdir bunlar?
Karaborsadan, uyuşturucuya, taklit üründen, dolandırıcılığa kadar her işe bulaşan bu 30-40 kişilik "organize suç örgütleri" parasıyla, yüreğiyle, sevgisiyle takımına destek vermeye gelen gerçek Beşiktaş taraftarına daha ne kadar hükmedecektir?
"Biz Beşiktaş taraftarını robot gibi kullanırız! "Sus!" deriz, susarlar... "Bağır!" deriz, bağırırlar! "Destekle!" deriz, desteklerler! Düşünmeye, farklı bir düşünce dile getirmeye kalkışırlarsa seslerini keseriz! Yazdıklarını ışık hızıyla kaldırır, yok ederiz! Milli Güvenlik Kurulu gibi bildiri yayınlar, harfiyen yerine getirmelerini denetleriz!" söyleminde bulunma gücü nasıl elde edilmekte ve nasıl her türlü pazarlıkta kullanılmaktadır?
Kulüp imkânlarıyla yurt dışı seyahatlere gidilip, 5 yıldızlı otellerde, kimlerin sırtından, kimlere hükmetmenin karşılığı olarak konaklanmaktadır?
Olayın bir tribün kavgası olmadığının, 30-40 kişilik "organize suç örgütleri" arasındaki sadece ve sadece bir rant paylaşma kavgası olduğunun farkına ne zaman varılacaktır?
Biletini alarak takımını izlemek için tribünde yerini alan Beşiktaş taraftarı "özgür iradesinin" bu çeteler tarafından "pazarlık sermayesi" olarak kullanılmasına daha ne kadar izin verecektir?
Olay: "Şu yönetici şu kadar bilet verdi!", "Şu adamları bunlar içeri soktu!" meselesi değildir.
Olay: İktidarlar, başkanlar, yöneticiler değiştiği halde, yerinden hiç kıpırdamayan, hep iktidarda kalan, iktidarla beslenen, semiren, kulübün "siyah-beyaz" kanını emen o 30-40 kişilik "organize suç örgütleri"nin varlığıdır.
Bu çetelerin uzantıları her yerdedir.
30-40 kişilik "organize suç örgütleri" bugün kavga eder, yarın el sıkışır rantı birlikte yerler...
Ve bu el sıkışmaya, bu "ihale" paylaşımına hiç utanmadan, yüzsüzce "Beşiktaşlılık" süsü verirler..
Sermayeleri, adam kullanmaktır.
Sermayeleri, özgür iradeleri tahakküm altına almak ve çıkar karşılığı kiralamaktır.
Sermayeleri, yalan, dedikodu, iftiradır.
Sermayeleri, bilgi kirliliğidir.
Sermayeleri, alçakça ve kahpece gerçekleştirmekten çekinmeyecekleri saldırılardır.
Şiddettir...
Uzantıları her yerdedir... Medyada, yönetici koltuklarında, kongre farelerinin portföyünde, her yerde...
Son bir haftadır Beşiktaş taraftarından aldığım yüzlerce, binlerce e-mail beni inanılmaz şekilde umutlandırdı.
Bu, 30-40 kişilik "organize suç örgütleri"nin toplumun büyük bir kesiminin gözünde artık deşifre olmuş olmaları umut vericidir.
Çözüm, tek ve KALICI ÇÖZÜM:
Maaşından ayırdığı parasıyla biletini-kombinesini alan, Kartal Yuvası'ndan aldığı lisanslı ürünle renklerine katkıda bulunan BEŞİKTAŞ TARAFTARI'nın ÖZGÜR İRADESİNİN KULLANILMASINA, BAŞKALARI TARAFINDAN İHALEYE ÇIKARILMASINA, KİRALANMASINA ASLA İZİN VERMEMESİDİR!
Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar
Güneş yalnız da olsa etrafa ışık saçar
Üzülme doğruların kaderidir yalnızlık
Kargalar sürü ile KARTALLAR yalnız uçar!
***
Dip Not:
Önce Başkan Yıldırım Demirören, ardından başkan adayı Murat Aksu aynı söylemde birleştiler:
"Tribünler temizlenecek!"
Söylem önemlidir, ama söylemle eylem bir olursa bizim için geçerlidir.
Yaparlarsa, kendilerine yaparlar...
Yapmazlarsa, başkan olabilirler, ama İKTİDAR OLAMAZLAR!
Bekleyeceğiz, göreceğiz...
Tuğrul Yenidoğan
http://www.medyaspor.com/v02/Columnist.aspx?ColumnID=538
14 Ekim 2009 Çarşamba
Kimliğiniz
Sizin logonuz bu değil mi? Hani hep iddia ettiğiniz gibi anarşistsiniz, isyankarsınız. Mevzuda geri vitese takmazsınız.
Ama "abiler" vardır hep onlara biat edilir, çünkü onlar "Kapalı"yı ne kavgalarla kazanmışlardır. Biat ve anarşizm... Epey deneysel...
Mehmet Yıldız, 30 metreden kafa golü atar. Yönetim bütün stat tarafından istifaya davet edilir, bir tek sizler sesinizi çıkarmazsınız. Geçmişte hata yaptığınızdan dem vurur, "Sabote etmeyelim." dersiniz. Evet Beşiktaş her anlamda batıyordur ve batırılıyordur. Siz de bunu sabote etmek istemezsiniz. Mafya ile ilişkileri meydanda birisi menajer yapılır, ilk tepki pankartını cebren indirirsiniz ve gider mafyadan özür dilersiniz. Demagoji aynıdır, "Destek"tir, "Abiler"dir, "Yapmayalım sabote etmeyelim"dir. Nasıl olsa her şey mübahtır değil mi?
Kırmızı-siyahlı çapulcular tribünü terörize eder, protestocular dövülür ama sizden tek söz duyulmaz. Arada siz de dayak yemişsinizdir ama nedense bu skandalı protesto etme için hiçbir bildiri yayınlamazsınız, sizden hiçbir hareket gelmemiştir. Susuyorsunuzdur. Nedense...
Demirören'in tribün temizleme açıklamasının hemen ardından bugün bir bildiri yayınlarsınız. Takıma dönüyormuşsunuzdur. Protesto yapmayacak, takımı destekleyecekmişsinizdir. Bence de(!)
"Herkesi bazen, bazılarını ise her zaman kandırabilirsiniz. Ama herkesi her zaman kandıramazsınız."
Sizin logonuz yukarıdaki değil, aşağıdakidir.
10 Ekim 2009 Cumartesi
BSG Erdal Keleş
http://spor.ekolay.net/haber.asp?PID=2630&HaberID=651648
nereden başlasam bilemedim..Allah bizi bunlardan korusun..
6 Ekim 2009 Salı
Dicle Hocam...
Oscar
Blog'un sessizliğini beni bu gün gülümseten nadir bir gelişmeyle bozmak istedim..Oscar Cordoba öyle ya da böyle tekrar milli takıma çağrılmış..yaş 39..
seni gönderenlere de selam olsun..
30 Eylül 2009 Çarşamba
Bırak!
Beyaz, bembeyaz bir odaya kapatalım seni...
Bir de televizyon verelim,
Kendi kendine maç anlat.
Bizi de RAHAT BIRAK!
Kaynak fotoğraf
Şafak 21
28 Eylül 2009 Pazartesi
27 Eylül 2009 Pazar
Yönetim İstifa?
Kayseri maçından sonra tribünlerimizden epeydir duymadığımız bir tezahürat yükseldi "Yönetim İstifa", garipti çünkü en çok yapılması gereken zamanlarda yapılmayan bu tezahürat belki de biraz zamansız yükseliyordu. Sezon başında tavan yapan beklentilerin elde patlayacak gibi durması bir yana, rakiplerin tarihlerinin en iyi sezon başlangıcını yapması da duruma hiç yardımcı olmadı açıkçası, normal bir sezonda bu farkı kapatmak hiç de sorun olmaz (bkz: Fenerbahçe'nin geçen sezon başı sıçıp sezon ortasında bizi geçmesi), fakat Fener ve Galatasaray'ın bu kadar kayıpsız gittiği bir sezonda tren çok erken kaçabilir. Elbette onlar da kayıplar yapacaklar, ama Beşiktaş'ın yarıştan kopmaması için bundan sonra en az 5-6 hafta kayıpsız gidip bir seri yakalaması lazım. Ankaraspor maçının hükmen galibiyeti takımın kafa olarak biraz sakinleşmesi, acil 3 puan gerekliliğinin yarattığı baskının azalması ve yeni bir başlangıç yapmak adına daha iyi bir zamanda gelemezdi diye düşünüyorum.
Takım bu kadar zor bir durumdayken, bir de Kayseri ile sezon başındaki gerginlik varken maç sonundaki isyanı anlıyorum tabi. Her ne kadar maçın başında Kayseri başkanına küfür edip meydan okuduktan sonra maç sonunda göt olmak malesef kendi taraftarımızın hıyarlığı olsa da, bu durumun yarattığı ekstra siniri ve yol açtığı "yönetim istifa" çığlığını da anlayabiliyorum. Peki hakkaten yönetim istifa etmeli mi?
Öncelikle Beşiktaş'ın şu anda içinde bulunduğu durumun en büyük (ve belki de tek) sorumlusunun yönetim olduğunu söyleyerek söze başlayım. Çifte kupa rehavetine kapılıp transfer sezonuna yeteri kadar hızlı başlamadılar, başladıktan sonra da Mehmet Topuz olayını resmen bir PR skandalı haline getirip hem kulubün haysiyetini iki paralık ettiler, hem futbolcuyu kaptırdılar (ki bu konuda çok dertli değilim, bu olayda ortaya koyduğu karaktersizlik sonrası bence uzun vadede hayırlı oldu), hem de Fenerbahçe ile giriştikleri sidik yarışı sonrası transfer piyasasındaki fiyatların iyice uçmasına neden oldular. Bu da yetmedi, Mehmet Topuz olayındaki itibar zedelenmesini unutturmak için acil bomba transfer arayışına girdiler. Buradaki sorun kelime "acil". Yıldırım Demirören'in nasıl bir Fenerbahçe kompleksi var aklım almıyor, kamuoyundaki "Aziz Yıldırım Demirören'e golü çaktı" imajını acilen silebilmek için, Mustafa Denizli ile oturup transfer seçeneklerini sakin kafayla bir daha gözden geçirmek, transfer sezonunu bir daha açmak yerine elinde bi çuval parayla sağa sola koşuşturdu. Nihat bu noktada onun için süper fırsattı çünkü Beşiktaş çocuğuydu, taraftarın sevgilisi genç Nihat olarak kulüpten çıkmış, Avrupa'da kendini kanıtlamış, Euro 2008'de Milli Takım'ı sırtlamış tecrübeli Nihat olarak geri gelecekti. Daha da önemlisi Aziz Yıldırım son derece kamuoyuna açık bir şekilde Nihat'ı birkaç sezon üstüste almaya çalışmış fakat başarılı olmamıştı. İşte anahtar nokta buydu, Aziz Yıldırım'ın "taktığı" topçuyu bir seferde gidip alacaktı.
Tabi sevgili Demirören'in burada atladığı iki nokta vardı: 1) Nihat son sezon sakatlıklarla boğuşmuştu ve kendini tekrar kanıtlamak istiyordu. Böyle bir sezondan sonra Beşiktaş'a dönmek demek halkın gözünde "Avrupa'da artık iş yapmaz" anlamına geliyordu, bu da Nihat'ın kendini kanıtlamak adına iyice egoistleşmesi demekti. 2) Daha da önemlisi, bu transfer Mustafa Denizli'nin isteği dışında gerçekleşmiş ve bütün transfer bütçesini de yemişti. Burada açıklayamayacağım fakat gayet sağlam bir kaynaktan aldığım bir habere göre Mustafa Denizli olaydan "Nihat da Nihat diye tutturdular, takımda bütçe kalmadı" şeklinde bahsediyormuş (beni tanıyanlar böyle bir haberi kıçımdan uydurmayacağımı da bilir).
Özetlemek gerekirse, tüm bu basiretsizliklerin üzerine Delgado'nun ameliyat olması takımın elini kolunu bağladı ve Demirören yönetimi kendi kendine yiyip bitirdiği transfer sezonunun sonunda yine kendi kendilerine uçurdukları fiyatlar üzerinden Tabata transferi yapmak zorunda kaldı. Bu noktada Tabata transferinde bardağın dolu tarafına bakıp "Takımın eksik kaldığı bir mevkiiye, ortalamının üstünde bir adam transferi ihtiyaç değil gereklilikti" demek istiyorum, verilen para dudak uçuklatsa da.
Peki bu kadar hata yapılmışken, geçmişte bunun gibi sayısız örnek varken ve eldeki durumun tek sorumlusu varken yönetimin istifa etmesi gerekir mi? Bence hayır. Demirören'den nasıl nefret ettiğimi, Beşiktaşlılık duruşu dediğimiz ve her zaman gurur duyduğumuz o kavramı iki paralık ettiği için nasıl isyan ettiğimi, konu hakkında yazdığım iki üç entryi okuyan herkes bilir. Fakat başarı demek istikrar demek ve Beşiktaş'ta yıllardır istikrarın zerresi yok. Geçen sene garip birşeyler oldu, Mustafa Denizli çizgilerini net çekti ve bir süre sonra Demirören yönetimi elini takımdan çekti. Maç sonrası çıkıp yaptıkları saçma açıklamalar yok denecek kadar azaldı, basın önünde barkovizyon gösterileri bitti, puan kaybedilen maçlardan sonra sadece takıma güvenildiği söylendi, ara transferde inanılmaz bir şekilde iki tane nokta transfer yapıldı ve hiç şans verilmeyen o takım seneyi iki kupayla kapadı. Ne kadar çok yanlış yapmış olsa da Demirören yönetimi sonunda birşeyler öğrendi ve üst üste yaptığı doğrularla takımın önünü kesmemiş oldu, bu bile başarıyı getirdi ki son 12 senede sadece 1 kere şampiyon olabilmiş takım için çifte kupa inanılmaz bir başarıdır.
Beşiktaş için bu sezon büyük bir şanstı, çünkü ilk defa birşeyler üstüne koyma şansımız vardı. Yapboz gibi bozulan takımlar, sürekli değişen teknik direktörlerden sonra ilk defa bu sene ikinci tuğlayı koyma şansımız vardı. Başarı bir senede kolay kolay gelmiyor, gelince de onu çok iyi kullanmak ve çok daha büyük başarılara temel oluşturmak lazım. Galatasaray ilk senesinde UEFA'yı kazanmadı, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde Zico ile başarılı olmuş olsa da onun altında Daum ısrarıyla oturmuş temel vardı. Gordon Milne'in 3 sene üstüste şampiyonluğundan önce aldığı 3 sene üst üste ikinciliği vardı. En basiti yine tek senede başarıyı yakalamış Lucescu'nun ikinci senesine nasıl başladığını, ligi nasıl domine ettiğini hatırlayın. Samsun maçıyla başlayan, en basit tabiriyle "olağandışı" olayları yaşamasaydık o Lucescu bugün Shaktar'da yaptığını bizde yapıyor olacaktı, bundan zerre kadar şüphem yok (İkinci Chelsea maçından dolayı hala kendisine kızgın olsam da). İşte bu yüzden Mustafa Denizli'ye güvenip, iyi transferler yaparak zaten belli bir altyapısı oturmuş takımı Şampiyonlar Ligi'nde tur atlayacak, kupalarını koruyacak hale getirebilirdik. Transfer sezonunda yapılan yanlışlar bunu iyice zora attı, ama zararın neresinden dönülse kardır, bu sene kupaları kaybedebiliriz, ama bu takımı bozup baştan yapma sevdasına kapılmazsak sezonun ikinci yarısında yükselişe geçip ertesi sene çok daha iyi bir şekilde dönebiliriz, ki bu sene de henüz bitmedi, hele Şampiyonlar Ligi için kaybedilmiş hiçbir şey yok, fakat CSKA maçı daha önce yolladığım grafiklerden de görüldüğü üzere inanılmaz önemli.
Ha uzun lafı kısası, Demirören yönetiminin bir an önce çenesini kapayıp normal görev süresinin sonuna kadar görevde kalması taraftarıyım. Zaten geçen seneden birşeyler öğrendikleri belli, Mustafa Denizli'nin son derece normal karşıladığım "istenirse istifa ederim" açıklamasından sonra sakin bir şekilde hocaya sahip çıktılar ve yola devam dediler, sene başındaki "saçmalama" dalgasını atlatıyor gibiler. Olağan genel kurulda seçimi kaybederlerse bu normal bir durumdur, takımın genel gidişatını bozmaz, fakat olağanüstü genel kurulla başa gelen yönetimlerde hep bir "reform" yapma, "biz farklıyız" imajı verme aşkı vardır, SimCity oynuyormuş gibi elde avuçta ne varsa buldozerle yokedip sıfırdan başlamak isterler. Beşiktaş'ın şu anda ihtiyacı olan son şey reform, Beşiktaş'ın ihtiyacı "istikar" ve biraz "restorasyon". Demirören yönetimin "Beşiktaşlılık" kavramına tekrar önem vereceğine dair ise pek umudum yok, fakat geçen seneki gibi suya sabuna dokunmasalar en azından daha fazla zarar vermezler, Beşiktaşlılığı yüceltmek ise takıma ve takımın başına çok yakıştırdığım Mustafa Hoca'ya düşer.
22 Eylül 2009 Salı
Elleri Öpülesi
"Bakma sen onlara, Beşiktaş'ı sakın bırakma."
Başta onun bunu bana söylemesine gerek yokmuş gibi görünse de, mesele o kadar basit değil aslında. Çünkü bu, öylesine söylenmiş bir söz değil, usulca dile getirilen bir hayat felsefesinin kulaklarda asla silinmeyecek bir tezahürü. Sevdiğinin peşinde koşmak, onunla anı yaşamak, onu asla bırakmamak, araya giren engellerde pes etmememek, sevdadan vazgeçmemek... Leş yiyicilerin (salt takım elbiseliler değil) olduğu ortamlarda bunu yapabilmek...
Anneannem bana bunları tekrar hatırlattı, sıradan geçen bir günde beni gülümsetti. Elleri öpülesi anneannem...
15 Eylül 2009 Salı
Sonun başlangıcı?
Ama ben bir Beşiktaş taraftarıyım, gülmek, neşelenmek bana haram son yıllarda, bu gün olduğu gibi!!
"Bobo kadro dışıymış abi duydun mu?" diye bir telefon geliyor, kalbime, sırtıma, böbreklerime bıcaklar saplanmaya başlıyor..
Belki çok sinirli olduğum için ve biraz da yorgunluğun verdiği bitkinlikle yazıyorum bunları ama bu gecenin olası olumsuz sonuçları üzerine çok tartışılacak bir meselenin, çok çekilecek bir söküğün başlangıcıdır bu kadro dışı kararı..
İnşallah bilmediğim nedenler (sakatlık vb..) vardır ve bizlere, bu maçta Bobo'yu sahada görmeyi bekleyen taraftarlara mantıklı bir açıklama yapılabilir..
Aksi halde bu olay bu sezon için sonumuzun başlangıcı olabilir..
evet karamsarım, kızgınım ve üzgünüm..
Gecenin 4ünde başlık bulmak ne zormuş a dostlar...
14 Eylül 2009 Pazartesi
12 Eylül 2009 Cumartesi
Beni benimle bırak
6 Eylül 2009 Pazar
Tarihsizlik
4 Eylül 2009 Cuma
Mustafa Denizli Deneyselliği
Bu seneki 5 resmi maçta geçen seneye göre oyun düzeni görece daha anlaşılır takım seyrettik. Daha mekanik, yaratıcı yönü biraz daha noksan bir takım vardı sahada.
Alınan haberlere göre Mustafa Hoca Galatasaray maçında 4-4-2 oynamaktan bahsediyor. Ben buna hafiften gülerim. Niye? Hoca aslında bu ifadesiyle o maçta birden çok şapka çıkaracağının sinyalini veriyor. Çünkü karşınızda bir Gordon Milne yok, izlediğiniz takım da Cruyff-Van Gaal-Rijkaard-Guardiola ekseninde gelişmiş bir Barcelona değil. Yani hem hoca öngörülebilir bir futbol anlayışını benimsemiyor, takım da belli bir geleneğin getirisi olan belirgin bir sisteme sahip değil.
Kadrodaki gelişmeler ise geçen 5 resmi maçla ilgili bütün eldeki verileri çöpe attırabilir düzeyde. Ekrem, Toraman, Yusuf ve Bobo takıma döndü/dönüyor ve Tabata takviyesi geldi. Sırf Tabata'nın katılımı bile oyun düzeni hakkında tahminde bulunmamızı zorlaştıracak.
Bu maçta Galatasaray'ın işi zor. Takım savunması oldukça iyi ve yeni katılımlarla hücumda ne yapacağı bilinmez bir büyük takımla oynayacaklar. Ekrem ve Holosko direkt 11'de başlatılmalı, bu maç onların maçı olur. Ekrem, hem hücuma hem defansa çabukluk ve dinamizm getirecektir. Holosko ise oynarsa ve "oynatılırsa" onu durdurmak için bir "milli defans"tan fazlası gerekecektir.
Buyrun falcılığa...
3 Eylül 2009 Perşembe
WTF-PFDK?
Malumunuz 28 Ağustos 2009 Beşiktaş Gaziantepspor maçında sahaya bir apaçi atlamıştı. PFDK bunun cezasını açıkladı: "BEŞİKTAŞ A.Ş.'nin, 30.08.2009 tarihinde oynanan BEŞİKTAŞ A.Ş. - GAZİANTEPSPOR Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 25.000.- TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..."
Aynı olay Rambo adlı meşhur apaçi sayesinde 16 Ağustos 2009 Fenerbahçe Sivasspor maçında da yaşanmıştı ve pfdk şu kararı almıştı "2- FENERBAHÇE SPOR Kulübünün, 16.08.2009 tarihinde oynanan FENERBAHÇE - SİVASSPOR Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 15.000.-TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..."
Pfdk şova devam etmiş bu hafta, şöyle ki: "Aynı müsabakada BEŞİKTAŞ A.Ş.'nin, stadyuma biletsiz seyirci alınmasından dolayı takdiren 20.000.- TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..." dedikten sonra aynı ihlali yapan diğer kulüpler Ankaraspor ve Eskişehir'e 15.000 TL'lik cezalar uygun görülmüş!! (http://www.tff.org/default.aspx?pageID=246&ftxtID=7885)
"Oyuncuların bir normal bir de Chelsky fiyatı vardır" hesabı, cezalar da bize gelince "Demirören katsayısı" ile mi çarpılıyor anlamadım, anlayan beri gelsin.
E bu durumda WTF PFDK A.Q ?!?!?
1 Eylül 2009 Salı
Rodchenko'ya Saygı
28 Ağustos 2009 Cuma
Beraber içelim
Kaç buçuk?
27 Ağustos 2009 Perşembe
Gerçek sınav geldi çattı
Daha önce Şampiyonlar Ligi'nde neyi nasıl neden yapmamız gerektiğine değinmiştim. İlk torbadan gelen takımın pek önemli olmadığını zaten az çok biliyorduk. En önemli olan torba olan 4. torbadan en zor takımı çektik ama 2. torbadan gelen takımla grupta ilginç bir dağılım oldu.
CSKA, Beşiktaş ve Wolfsburg birbiriyle az çok denk üç takım. Gruptan çıkacak ve UEFA'ya gidecek takımı tahmin etmek çok zor. CSKA'da forvet Vagner Love hariç öyle göze batan bir oyuncu yok. Geçen sene 5-6 maçını 90 dk izlediğim Wolfsburg ise Alman usülü bir makineyle forvetleri Ceko ve Grafite'yi beslemeye çalışan bir takım.
Önceden formül olarak 4. torbadaki takımı içerde dışarda yenmeyi öğütlemiştim. İkinci torbadan CSKA gelince bu formülü, "Evindeki CSKA ve Wolfsburg maçlarını kazan"la değiştiriyorum. CSKA ve Wolfsburg deplasmanlarının en az birinden alınacak tek puan (ki 7-8 eder), hiç olmadı UEFA'yı garantiler.
Manchester'ı pek anlatmaya gerek yok, ama bu sene kan kaybettikleri açık. Kendi evinde Manchester'ı yenen bir takım çıkarsa, gruptan çıkma şansı en yüksek takım olur.
Rastgele Beşiktaş!
Yakışır Sana!!
Ateşten Gömlek
Aylardır gündemde olan ve kulübümüzün aciziyetini farklı açılardan bir çok kez yüzümüze çarpan "Kaptan Delgado" meselesinde yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz medyadaki haberler doğrulanırsa.
Şu ana kadar konunun gündeme gelen boyutlarını hatırlayacak olursak:
+ Delgado'nun ameliyatı sürecinin yönetim ve teknik heyet tarafından iyi planlanamaması ve bir çok kişiye göre bu işin zamanlamasının yanlış olması.
+ Takımın kaptanının İspanya'da adeta yanlız bırakılması, yönetim ve teknik heyetin takım kaptanı Delgado tarafından nankörlükle suçlanması, bu anonsun basın organları aracılığıyla yapılması.
+ Kadro yapısında oluşan boşluktan ötürü zarar gören takımın, zararını minimize etmek için oyuncunun sözleşmesini dondurma konusunda sınıfta kalması.
ntvmsnbc.com haberine göre resmi kaynaklar Delgado'nun sözleşmesinin Ocak 2010'a kadar dondurulduğunu doğrulamışlar. (resmi sitemizde an itibari ile bir açıklama mevcut değil). Yani yukarıda listelediğimiz sorunlara yenilerini eklemek durumunda kalacağımızın sinyallerini almış bulunuyoruz.
Kadromuzu şekillendiren yetkililer orta sahanın ofansif sorumluluklarını alacak oyuncu planlaması konusunda sınıfta kalmıştı. Şimdi Delgado'nun durumu netleşince hedef o bölgeye bir oyuncu almak olacak ki yakın zamana kadar yerli bir oyuncu üzerinde yoğunlaşan teknik ekip bu gelişmeyle sözde rahatlamış! oluyor yabancı alternatifinin önü açılmış olduğu için.
Akla ilk gelen isim de Tabata.
Bu isimle ilgili bir çok spekülasyon başladı bile. Efendim geçen hafta kırmızı kart görmesine rağmen bu hafta İstanbula gelecekmiş ve imza atacakmış, Reha Muhtar köşe yazısında dün Başkanla yemek yediği sırada başkanın Gaziantep başkanı ile de görüştüğünü doğrulamış vb..
Bu durumda, yani yeni bir yabancı geldiği takdirde, Delgado'nun da döneceğini ve sözleşmesinin sürdüğünü düşünecek olursak, 6+2 kurbanı olacak yabancı oyuncumuz kim olacak? Bu kayıp bize nasıl yansıyacak? Takımın iskeleti varsıyalan defans ve ortasaha göbeğinde nasıl bir etki bırakacak? Sözleşme fesihi gündeme gelirse bu hangi maddi şartlar altında gerçekleşek?
Birileri ateşten gömleği giydi bile, hadi hayırlısı...