30 Haziran 2009 Salı

her yerdeyiz...



kimleri sevmedi ki bu çarşı...

28 Haziran 2009 Pazar

Geçmiş Zaman Olur Ki II


Yıl 2003, kasım ayının sonları. Beşiktaş'ımız ligte "Fabian Ernst" gibi sağlam adımlarla ve kendinden emin bir şekilde ilerliyor, Şampiyonlar Ligi (ŞL)'nde İnönü'de Sparta Prag'ı epik bir maç sonucu, L'Ecoles Des Champions'taki JWings-San Podesta maçında Sezar'ın "resmen" kaleye "soktuğu" kafa golü gibi anlam itibariyle "ite ite" attığı bir golle yeniyor, bütün gözler Lazio maçına çevriliyordu. Gelgelim ki, biz bu maçı beklerken İstanbul'da, Galata'da ve Maslak'ta bombalar patlıyor, bu durum üzerine haberi alan YBF'nin izbe bir köşesindeki Ekonometri sınıfı karışıyor, sınıftaki birçok kişi elde cep telefonu ile derse girip çıkıyor, hatta bazıları ağlıyordu. Bu durumdan daralan sevgili hocamız Alpay Filiztekin dersi iptal ediyordu. Uyanık İngilizler, Beşiktaş'ımız ile Chelsea'nin İstanbul'da oynayacakları ŞL maçının yerinin değişmesi için UEFA'ya yalvar yakar haldeydi. Nasıl olmasınlar ki, işlerini şansa bırakmak istemiyorlardı. İstanbul'daki seyirci baskısından yırtma düşüncesi ve güvenlik bahanesiyle yapılan ince hesaplardı bunlar. Sanki dünyanın her tarafı güvenliydi de İstanbul'a saat başı füze yağıyordu. UEFA da onların adamı olduğu için bu saçma sapan isteklerini kabul etti ve Beşiktaş, Chelsea ile İnönü yerine Almanya'da Gelsenkirchen'de Auf Schalke Arena'da (şimdiki adıyla Veltins Arena) oynamak zorunda kalıyordu.

Cezası sebebiyle İzmir'de oynadığı maçta Beşiktaş'ımız, Konya ile 1-1 berabere kalırken, bir yıl önce olduğu gibi yine bir Zafer Biryol golüne engel olamıyordu. Hafta içi Olimpico'da şimdiki gibi kağıt helva kıvamında olmayan bir Lazio maçı vardı ve onlarla daha önceki üç maçı da kaybetmiştik. İlk yarı sonunda Sergen, Güntekin Onay'ın off-the-air tabiriyle Stam'ın belinden su alıyor, Pancu, beyaz noktadan ağları görüyor, "Curva Nord" süt liman oluyordu. "Beşiktaş Beşiktaş" sesleri canlı bir şekilde Olimpico'daydı, aynen sahadaki Beşiktaş gibi... İkinci yarıda İlhan'ın altıpas civarından kaçırdığı pozisyonun üzerinden geçmemişken, Muzzi bizimkilerin aksine fırsatı kaçırmıyor ve vole-rövaşata karışımı bir vuruşla Lazio'yu maçta tutuyordu. Sonlarda Giunti'nin kendi sahasından topu alıp Pancu misali dripling yaparak bütün sahayı geçmesi babama "üffff" dedirtiyor ama Giunti'ye eşlik eden olmuyordu. Üstüne üstlük bir de sarı kart görüp "misses next match" yazısı ekranda beliriyordu. Acısı sonra çıkacaktı...

Deplasmandaki Lazio maçında rakibi zorlayan, zorlayan ama bitirişi yapamayan takımın umut veren hali, UEFA'ya kalmanın garantilenmesi ve Chelsea maçında alınabilecek iyi bir sonuçla gruptan çıkma şansımızın epey yüksek oluşu -ki mağlup olsak bile Sparta Prag-Lazio maçındaki olası beraberlik bize yetiyordu- bana gerekli gazı vermişti. Bu maç özel bir maçtı, öyle Cafe Dorm'da sandalye üzerinde izlenmezdi. TV odasında da izlenmezdi. Çünkü her daim karanlıkta sevişen çiftler ve dizi izleyen grup halindeki kızlarla gereksiz son dakika yer ve kanal savaşına girilmemeliydi. Bu maç sinema salonunda veya YBF anfide "kocaman" ekranlarda, toplu olarak ve deli gibi bağırarak izlenmeliydi. Bu maçta coşulmayacak da ne zaman coşulacaktı.

O zamanlar okul hala çok kalabalık değildi, bazı izinler alınabiliyordu. Turgay Abi ile güzel bir şekilde konuşup derdimi anlattıktan sonra maç için YBF anfiyi kullanma iznini alabildim. O dönemde tasarım dersi almanın verdiği güven ve bu işlere meraklı olmanın verdiği şevk, Beşiktaş aşkı ile birleşince yukarıdaki maç duyurusu afişini newsgrouplarda yayınlamak üzerine yaptım.

Font kullanımı dışında oldukça "kabul edilemez" bir işti bu afiş. Buna rağmen bu duyuru müthiş heyecan yarattı ve herkes o gün anfiyi doldurdu. Pancu ilk yarıda kaçırdığı pozisyon ile anfide epey küfür yemişti. Fena da gitmiyordu maç, en azından oyun dengedeydi, Sparta-Lazio maçı da berabere gidiyordu. Devre arasında Tuncay, anfinin ortasındaki merdivenlerde beliriyor, "Alen"leşiyor, anfinin sağını ve solunu bir parmak hareketiyle susturuyor ve bütün anfi hep bir ağızdan "Sevdim seni bir kere/Başkasını sevemem/Deli diyorlar bana/Desinler değişemem desinler değişemem oooooooooooo" diye bağırıyordu. Teknik elemanımız, cehennemden gelen DJ'imiz Güneş de anfideki kontrol odasında gerekli CD'yi çalıyor ve bütün anfi "Hadi Hisset" ile raks ediyor, kendinden geçiyor, coşuyor da coşuyordu. YBF anfi tarihi bir gün yaşıyordu.

İkinci yarı yine iyi-kötü giderken "bir değişken", nasıl bir değişken olduğunu gösterdi. Evet, Yasin Sülün'den bahsediyorum. Niye Giunti'nin yanında esamesinin bile okunmayacağını, niye "yedek" hatta bu camiada en fazla top toplayıcı olması gerektiğini bize gösterdi. Verdiği bir geri pas, durum itibariyle geri dönüşümü çok zor olan bir hataya dönüştü ve golü yedik, toparlanamadı takım, hayalete dönüştü, yürüyemedi ve sonra da ikinci golü yedi. Maç bitmişti ve anfi boşalmaya başlamıştı ki o uyuz eden, S.Prag-Lazio maçının sonunu gösteren minik ekran, mevcut ekranın kenarında göründü. Herkes nefesini tutmuş o maçı izlemeye başladı. Maç berabereydi ve bu şekilde biz 2. olarak Chelsea'nin ardından gruptan çıkıyorduk. Birkaç dakika vardı bitmesine ve olan oldu. Peruzzi boşa çıktı, skandal ötesi bir gol yedi. Film koptu, Prag turladı, geriye Pancu, Yasin ve Peruzzi namına ezilmiş birkaç boş kola kutusu kaldı.

Geçmiş Zaman Olur Ki





Akademik yılın başında bizim okulda pek çok öğrenciye hasıl olan "sene başı gazı" diye bir gerçek vardır -ki ne gazdır o. Öğrenci klüplerinde aktif olunacak ve dersler süper olacaktır. Abartan hayalperestlere, mesela hepsinin üstüne bir de "Çalışma bursu ile bir yandan da çalışacağım." diyenlere (bkz. ben), de rastlanmıştır :) Ütopiktir çünkü ancak dönem sonlarındaki finallerde, son bir pişmanlıkla akla gelir :) Klüp işleri de "Abi projem/essayim/midtermüm/finalim var" savsaklamalarıyla geçiştirilir :)

İşte böyle bir gazla -muhtemelen kalabalık bir sene başı toplantısı veya bir acayip BJK galibiyetinin de katkısıyla- SUBJK tişörtü yaptırmak istemiştik. Maksat; şanımız yürüsün, topluluk duygumuz kuvvetlensin, "tek tip elbise" ise "şehre inip" maça giderken giyelim, sağda solda "Ne ki bu?" şeklindeki olası sorulara gururla "Sabancı Üniversitesi Beşiktaşlı'lar Topluluğu" şeklinde gür sesle cevap verelim, milletin anlamadığı şekilde "SUBJK ooooooooooo" diye bağıralım diye yola çıkmıştık. Tasarım işi denince akla Bertan geliyordu doğal olarak. Çünkü "vieyci"ydi. Bu, onun bu işi güzelce kotarabilecek donanımda olduğunu bize söylüyordu. Ayrıca, okuldaki yaygın ve yanlış mı yanlış kanı gereği, "vieyci"lerin işi gücü yoktu ve dolayısıyla çok boş zamanları vardı. Logoyu da kendisi yapmıştı zaten. Niye böyle tişört tasarımı işini üstlenmesindi ki? Üstlendi de... Aradan çok zaman geçmedi. Bertan, Göteborg maçındaki Oktay gibi hızlı davrandı ve yukarıdaki gibi görseller ortaya çıktı.

Plana göre bu görsellerden seçilen biri tişörtün arka kısmında yer alacak, önde de SUBJK logosu olacaktı. Fakat başta ne demiştik :) Olmadı :)

27 Haziran 2009 Cumartesi

ce sont les meilleures équipes!

2009 - 2010 sezonu geldi çattı, ben de bu postla blog sezonunu açmış oluyorum. Daha dün 2000 iken ne ara 2010 geldi sorusu bir yana, bir de başımıza yeni bir nostalji etkisi yaratma sıkıntısı çıktı. Aah 80'ler, aah 70'ler demek falan kolayken, şimdi 2010'a giriyoruz da aaah 00'lar nası diyeceğiz onu merak ediyorum.

Bir sene ara verip döndüğümüz Şampiyonlar Ligi ile ilgili yazayım dedim ilk yazımı. Genelde Şampiyonlar Ligi denince Türk takımlarının etrafını bir huzursuzluk sarsa da, bir iki şey hatırlatayım.

ŞL'de son maçımızı Porto'ya Porto'da 2-0 kaybetmiştik. Grubumuzda, Liverpool, Porto ve Marsilya vardı. Evimizde Porto harici takımları yenmiştik, son maçta alacağımız galibiyetle 2. tura bile çıkma şansımız vardı (bu son maçta 2. tur şansını kaybettiğimiz 2. sefer oluyordu / Almanya'da oynamaya zorlandığımız 2003'teki Chelsea maçıyla birlikte).

Çok fazla sene geçmediği göz önüne alınırsa, o kadroyla 4. torbadan girip aldığımız 6 puanın üstüne koyabilir miyiz sorusunu kadroları ortaya koyup karşılaştırarak az çok cevaplandırabiliriz diyorum. Gelin o kaybetttiğimiz Porto maçının kadrosuna bakalım:

Rüştü - Tandoğan, Toraman, Mercimek, Üzülmez - Cisse, Tello, Delgado, Serdar Özkan, Burak - Bobo (Yedekler: Hakan - Koray, Sedef, Kaş, Kurtuluş - Higuain, Akın)

Hoop! UEFA bu kadroya ŞL maçına çıkmaya nasıl izin verdi lan? El insaf, bu kadroyla 6 puan almamız bile acayip bir şey değil mi? Bugün maltoz Burak, keko Tandoğan, ne bir lokma ekmek ne bir kızı sevmek seviyoruz seni Baki Mercimek, değil ilk 11, yedek olabilirler mi Beşiktaş'ta?

Bu kadrodan gidenlerden bir tane bile üzüldüğümüz yokken, üstün Alman teknolojisi Fabian Ernst, Filip, Sivok, Ekrem, Nihat gibi tiplerin eklenmiş olması her şeyi değiştiriyor. O zaman Ertuğrul'un dışladığı Nobre, şu anda pek tanımasak da yeni Alman domuzu Fink, G.Antep'li yeni deli sol bek İsmail, halı saha Yusuf, Erkilet güzeli Uğur da 18de yer bulacak isimler.

Ve en büyük artı, anneannelerimizin kupa törenlerini geri getirmekten başka iyi bir halt yediğini görmediğim Platini'nin getirdiği sikko ötesi ŞL sistemi sayesinde, bu sene 3. torbada yer alacak olmamız.

Mustafa Denizli (şampiyon yap bizi) olmasam da, futbolculara ilk hedefi gösteriyorum: 4. torbadan gelecek takımı içerde dışarda yenmek. O 6 puanı cebine koyacaksın, UEFA'yı garantileyip, ŞL'de üst turu, büyük takımları İnönü'de yenme yeteneğine bırakacaksın. 4. torbadaki takımlar, muhtemelen şunlar: Kopenhag, Slavia, Levski, Partizan, Wolfsburg, Standard, Rubin, Unirea. Wolfsburg ve Rubin hariç hepsini içerde dışarda rahat yenecek gücümüz var. Olay o gücü gerçeğe dökmekte. Wolfsburg ya da Rubin gelirse, onlar diğer takımların da canını yakacağından onları İnönü'de yenmek yeter zaten.

Türkiye ligine dönersek, sikmişim Türkiye ligini. Daum ilk yarı bitmeden istifa eder, Fenerbahçe'de olağanüstü kongre olur. Rijkaard sezon sonunu göremez, Cevat Güler'i de yolladılar, Arif Erdem GS hocası, Vahap Beyaz yardımcısı olur. Broos şampiyonluğa oynar, 3 hafta yenilir lazlar bunu kovar. Sivas'a ŞL 3. öneleme turunda Celtic çıkar, Celtic'te Artur Boruc, Sivas'ta herkes oruç olduğundan elenirler. Yönetim sıkıntısı yaşamazsak şampiyon oluruz yine.

Postun başlığına dönersek:



Haydi kartallarım!

(Resmi kendim yaptım, ŞL logosu UEFA'dan, kartal AE outfitters'tan alma)

26 Haziran 2009 Cuma

bi de cola turka gitse...



lafa "beşimizden başka okuyan yok, niye yazıyoruz ki lan?" diye başlayıp müjdeli habere geçiyorum. zira burada geçiyorum çünkü serkan pezevenginin belirttiği üzere facebook tatilindeyim. şair burada ege sezen'e seslenmiş, "hacı aramızdaki mesajdan farkı yoksa ne boka açtık bu blogu" demiş.

http://www.bjk.com.tr/tr/haberler.php?h_no=15131

oh be oh, sözlüğe de yazdım biraz (şair artık seslenmelerinin altını çizmeyecek), en çok şu kartallı logodan kurtulma ihtimalimiz beni heyecanladırıyor. ne sikime güzelim amblemin tepesine kondurdular şu kuşu anlamadım, arada bir kullanılınca güzel oluyor da formada hiç işi yok. selim bora olsa bana tam destek vermişti şimdi.

yandan çizgili forma güzel bir fikirdi, fakat kollarındaki o martı boku kılıklı şekillerle formanın içine sıçmışlardı (belki de kartal bokuydu onlar bak, "amblemin üstüne kartalı kondurttuk, oradan sıçtırttık" demekti. ince göndermeyi kaçırıp haybeye çamur atmışım formaya görüyor musun, tüh be). diğerlerinde de pek birşey yoktu, çubuklu fena değildi ama metalist maçı sonrası çarmıha çekildi.


yeni formaları da adidas yapacakmış, yapsın bakalım, nihat'a yakışır tekrar :) adidas çubuklusu efsane güzeldi zaten, o tarz birşey yapsalar tadından yenmez. bir de ilk psg maçında giydiğimiz şampiyonlar ligi için yapılmış o efsane forma, türkiye'de hiçbir formada öyle detay yoktu o zaman. süper futbol'un o seneki formaları inceleyen sayısı hala elimdedir bu arada, üşenmezsem fotoğrafını falan çekmeye çalışırım, scanner bi acayip.

neyse yine şampiyonlar ligindeyiz, yine adidas var, güzel birşeyler çıkabilir sanki. biraz forma araştırayım, sonra taleplerimi görselleştirecem :)

25 Haziran 2009 Perşembe

Bertan

Ege: ne ara çıktın olm facebooktan?
Bertan: haftasonu ya, biraz kafa dinlemek istiyorum
:))

18 Haziran 2009 Perşembe

Fabian Ernst

6 Haziran 2009 Cumartesi

Yusuf Şimşek

3 Haziran 2009 Çarşamba

Mustafa Denizli


Bu görsel, beyefendiliğiyle, gülümseyen yüzüyle kalbimizde yerini alan Mustafa Denizli için kendimce ortaya koyduğum bir saygı duruşudur. Bu saygı duruşu esnasında ise aşağıdaki parçayı dinlemek ve dinletmek isterim. Sözlerin uygunluğuna ise ayrıca bakar mısınız :)

Interpol - Untitled