28 Ağustos 2009 Cuma

Beraber içelim



Fabian'ı çıkarıp Uğur'u sokmadan önce ne içtiysen bize de bi kadeh söyle de bari bu kadar acı çekmeyelim..

Kaç buçuk?




Dostum 10.5 demişsin ama bu adam 7 numara çıktı??

Rodrigo Tabata takımımıza hayırlı olsun...

Ne diyem Mahmut mu diyem?

27 Ağustos 2009 Perşembe

Gerçek sınav geldi çattı



Daha önce Şampiyonlar Ligi'nde neyi nasıl neden yapmamız gerektiğine değinmiştim. İlk torbadan gelen takımın pek önemli olmadığını zaten az çok biliyorduk. En önemli olan torba olan 4. torbadan en zor takımı çektik ama 2. torbadan gelen takımla grupta ilginç bir dağılım oldu.

CSKA, Beşiktaş ve Wolfsburg birbiriyle az çok denk üç takım. Gruptan çıkacak ve UEFA'ya gidecek takımı tahmin etmek çok zor. CSKA'da forvet Vagner Love hariç öyle göze batan bir oyuncu yok. Geçen sene 5-6 maçını 90 dk izlediğim Wolfsburg ise Alman usülü bir makineyle forvetleri Ceko ve Grafite'yi beslemeye çalışan bir takım.

Önceden formül olarak 4. torbadaki takımı içerde dışarda yenmeyi öğütlemiştim. İkinci torbadan CSKA gelince bu formülü, "Evindeki CSKA ve Wolfsburg maçlarını kazan"la değiştiriyorum. CSKA ve Wolfsburg deplasmanlarının en az birinden alınacak tek puan (ki 7-8 eder), hiç olmadı UEFA'yı garantiler.

Manchester'ı pek anlatmaya gerek yok, ama bu sene kan kaybettikleri açık. Kendi evinde Manchester'ı yenen bir takım çıkarsa, gruptan çıkma şansı en yüksek takım olur.

Rastgele Beşiktaş!

Yakışır Sana!!



2006-2007 sezonunda Uefa grupları için 5. torbadan Tottenham'ı çeken ekibe çok yakıştı doğrusu 4. torbadan Wolfsburg..

Önümüzdeki kura çekimine cenabet gidilmesin lütfen!!

Ateşten Gömlek



Aylardır gündemde olan ve kulübümüzün aciziyetini farklı açılardan bir çok kez yüzümüze çarpan "Kaptan Delgado" meselesinde yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz medyadaki haberler doğrulanırsa.

Şu ana kadar konunun gündeme gelen boyutlarını hatırlayacak olursak:

+ Delgado'nun ameliyatı sürecinin yönetim ve teknik heyet tarafından iyi planlanamaması ve bir çok kişiye göre bu işin zamanlamasının yanlış olması.
+ Takımın kaptanının İspanya'da adeta yanlız bırakılması, yönetim ve teknik heyetin takım kaptanı Delgado tarafından nankörlükle suçlanması, bu anonsun basın organları aracılığıyla yapılması.
+ Kadro yapısında oluşan boşluktan ötürü zarar gören takımın, zararını minimize etmek için oyuncunun sözleşmesini dondurma konusunda sınıfta kalması.

ntvmsnbc.com haberine göre resmi kaynaklar Delgado'nun sözleşmesinin Ocak 2010'a kadar dondurulduğunu doğrulamışlar. (resmi sitemizde an itibari ile bir açıklama mevcut değil). Yani yukarıda listelediğimiz sorunlara yenilerini eklemek durumunda kalacağımızın sinyallerini almış bulunuyoruz.

Kadromuzu şekillendiren yetkililer orta sahanın ofansif sorumluluklarını alacak oyuncu planlaması konusunda sınıfta kalmıştı. Şimdi Delgado'nun durumu netleşince hedef o bölgeye bir oyuncu almak olacak ki yakın zamana kadar yerli bir oyuncu üzerinde yoğunlaşan teknik ekip bu gelişmeyle sözde rahatlamış! oluyor yabancı alternatifinin önü açılmış olduğu için.
Akla ilk gelen isim de Tabata.
Bu isimle ilgili bir çok spekülasyon başladı bile. Efendim geçen hafta kırmızı kart görmesine rağmen bu hafta İstanbula gelecekmiş ve imza atacakmış, Reha Muhtar köşe yazısında dün Başkanla yemek yediği sırada başkanın Gaziantep başkanı ile de görüştüğünü doğrulamış vb..

Bu durumda, yani yeni bir yabancı geldiği takdirde, Delgado'nun da döneceğini ve sözleşmesinin sürdüğünü düşünecek olursak, 6+2 kurbanı olacak yabancı oyuncumuz kim olacak? Bu kayıp bize nasıl yansıyacak? Takımın iskeleti varsıyalan defans ve ortasaha göbeğinde nasıl bir etki bırakacak? Sözleşme fesihi gündeme gelirse bu hangi maddi şartlar altında gerçekleşek?

Birileri ateşten gömleği giydi bile, hadi hayırlısı...

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Yakın Tarihten Evreler

Süleyman Seba


Serdar Bilgili


Yıldırım Demirören

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Alemde Teksin, Değişilmezsin...



Şu muhabbetle gel Mudanya'ya, kuralım soframızı, sen anlat biz dinleyelim :)...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Degaj Sessions With Dj HkNArkN


17 Ağustos 2009 Beşiktaş - Antalya maçının 15.dakikasından itibaren aklımda tek bir düşünce vardı: "Neden hala inatla topu degajla oyuna sokmaya çalışıyoruz?"

Oscar Cordoba gibi bir insan bile bir maçta bu kadar çok degajla top oyuna sokmaz. Ama burda suç sadece Hakan'da değil, Başta Mustafa Denizli, sonrasında defans dörtlüsü nasıl bu kadar aymaz olabiliyor inanılır gibi.

Bir takım, elindeki topu karşı tarafa vermek için bu kadar mı istekli olur? Hava toplarını alıp alamayacağın belli değil, rakibin presi söz konusu değil, stoperlerinin de ayakları az çok top yapıyor.. E niye helva yapmıyorsun?

Sene 2009 gençler...Bırakın artık bu degaj işlerini, adam gibi oyuna sokun şu topu, kanser etmeyin bizleri..

10 puanlık kuzman sorusu: Resimdeki surat subjk.blog yazarlarından kime benziyor? :PP

16 Ağustos 2009 Pazar

Yap-Boz


İki yıldır oynuyorlar, hala sıkılmadılar.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Seke Seke Ceylan Gibi..

Yarın bilimum futbol mecrasında okuruz muhtemelen kaçan balık büyük olur gibi klişe tabirlerle dolu Kleberson nostaljilerini. NTV tarafından yayınlanmaya çalışılan! (maçın neredeyse yarısını veremediler, sonradan NTV Spora kaydırdılar vs...) Estonya - Brezilya hazırlık maçında ilk onbirde sahadaydı bizim ceylan gibi seken Kelberson.

Kimine göre zamanının efsane transferi, kimine göre Sir Alex Ferguson'un bize ittirdiği, narin bir defansif ortasaha (box to box demeye bin şahit) oyuncusuydu ve bizler için akıllarda kalan tek hatırası Volkan'a çaktığı uzun mesafeli goldü.

Şu an bizde, Manchester'a transfer olmasını sağlayan performansı ile yer alsa neler değişirdi takımda; Ernst, Fink, Tello ile kurgulanmaya çalışılan ortasaha nasıl şekillenirdi bunlar boş fantaziler artık ama ekranda kendisini görünce bir an aklımdan geçmedi değil..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Tehlikenin Farkında Mısınız?


2004'te 27 milyon TL olan borç, şu an itibariyle 153 milyon TL.

Yeter artık sayın başkan!

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Lig Başlangıcına Dair

Defanstan ve yenen golden başlayalım. İ. Akın'ın attığı gole dair bazıları tarafından yapılan Ronaldo benzetmesini abartılı buluyorum. Kendisi yetenekli bir futbolcu ama laubali olmayan bir defans o golü yedirtmezdi. Nitekim pozisyonun başlangıcı kolaylıkla karşılanacak bir yüksek toptan ibaret. Uyuyan takım savunmasında uyumayan Ernst'in de yapacağı fazla bir şey yoktu. Kaçırmamak için geriden gelerek şansını denedi ve çalım yedi. O durumda zaten topu alma ihtimali çok da yoktu. "Çalım ustası Yusuf'a bacak arası yaptı." diyenlere de şunu hatırlatırım. Yusuf'un asli görevi oraya kadar gelip hücumcuyu kovalamak değil ki aynı Ernst gibi, gevşemiş takımın hatasını kapatmaya çalıştı ve orada yapabileceği çok da fazla bir şey yoktu. Ferrari ise daha çabuk olmalıydı ve çalım yeme, penaltı yaptırma pahasına Ernst gibi yatarak müdahale etmeliydi. En azından daha agresif olmalıydı. Aslında kişiler bazında değerlendirmekten ziyade tüm takım savunmasına bakmak lazım. Başta belirttiğim gibi, bir anlık laubalilik, durumu, zor olmayan bir topu karşılayamamaya ve skandal bir gol yemeye götürdü. Mustafa Denizli ne kadar bağırsa çağırsa haklıdır. Her zaman zirveye oynayan ve Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecek bir takım böyle basit bir gol yiyemez.

Hücum organizasyonlarında ciddi bir sıkıntı yaşadığımız bir gerçek. İBB gibi Fenerbahçe orta sahasından daha fazla basan bir takıma karşı kora kor mücadele bir noktaya kadar gidiyor, ek olarak daha fazla paslaşıp, teknik kalite olarak fark yaratmaya gidiyor nokta. Ernst ve Fink gibi sahada ne yaptığını bilen oyuncuları tamamlayacak ve pas otomatiğine katacağı yaratıcılık ve teknik kalite artı değerine sahip oyuncu eksikliği göze çarpmakta. Yusuf Şimşek, hem yetenekleri hem de olgun futbol mantalitesi ile bu tanıma uyuyor ama mevcut fizik performansı maçın geneli için bir güven noktası oluşturmuyor. Tello ise bu bölgenin oyuncusu değil, çünkü saha görüşü ve teknik kapasitesi farklılık yaratabilecek düzeyde değil. İlerideki kanatlarda "orta yapma" vasfı ile yer bulabilir. Nobre özverili mücadelesine rağmen düşük tekniği ile ileride güvenilir bir silah olmaktan uzak. Holosko ise bence çıkana kadar ileride rakibi en çok rahatsız eden futbolcuydu ama sırf tempoya ve birbirini bozmaya dayalı oyunda teknik olarak farklılık yaratamayan bir takımda ona topu verip bütün rakip defansı tek başına çökertmesi beklenmemeli. Böyle olduğu anlarda da duvara çarpar gibi defansa çarptığını gördük. Birilerinin onu pozisyona sokması gerekiyor ki bu kaliteli bir hedef santrafor ve yaratıcı değer üretebilen iyi bir orta saha blok ile mümkün olur.

Holosko sahada tutulmalıydı, en azından son 20 dakikaya kadar. Bobo ve Nihat performans olarak ona yaklaşamadılar bile. Nihat ve Bobo 45 dakikalık kondüsyonları bile olmadığını açıkça gösteriyorlar. Hayalet gibiler. Yusuf, bir şekilde oyundan alınacağı bilinen bir oyuncuyken onunla başlamak niye? Geçen sezonki gibi sonlara saklanan bir seçenek olsa? Rakip takımın da lig başlangıcı sebebiyle çok aman aman bir kondüsyonu olmadığına göre, dün akşam yine güzel bir solo görebilirdik. Bobo, hem yanlış yerde oynatılıyor çünkü bir açık hızında değil ve orta kabiliyeti sınırlı. Zaten isteksiz ve heyecansız. Adeta satılmayı bekliyor veya satılmamanın verdiği bir tepkisel durum söz konusu. Bilemiyoruz.

Erhan ve İsmail için pek eleştiri getirmek istemiyorum. Erhan kapasitesi yüksek olmayan, vasat bir oyuncu ama ortaya koyduğu emek takdire şayan. Dün tren gibiydi ama ileriden çok yardım alamayınca, kendisine yakınlaşıp onu hücuma dahil edecek gerekli partnerleri de pek bulamadı. Ekrem ve Toraman'ın takıma girmesiyle geniş kadroda alternatif yaratacaktır. İsmail ise kaliteli bir oyuncu olduğunu belli ediyor ve üstüne üstlük aynı Erhan gibi çok gayretli. Bu da umutları artırıyor. Ayrıca bu iki oyuncudan yola çıkarak takımın geneli için söylenmesi gereken önemli bir şey de orta yapamama sıkıntısı. Dün bu bağlamda pek çok şans yakalanmışken, yerden zayıf gelen ve rakip defansta eriyen toplar hayal kırıklığı yarattı.

Pas otomatiği ve göze hoşa gelen futbol oynamaya yönelik çabaya ilişkin birtakım olumlu sinyalleri bu maçta da gördüm. Tabii bu gördüklerim kısa süreler içerisinde ve kopuk kopuk meydana geldi. Yıldıray takviyesinden bahsediliyor ki sık sık sakatlanmayacak bir Yıldıray bu güzel ve organize oyun oynama çabasında olan takım için yukarıda belirttiğim gerekli tamamlayıcı parça olacaktır.

Son söz Ernst'e. Tuncay'ın bir yerlerde onun için şöyle bir yorumu var: "Türkiye'de futboldan anlayan tek oyuncu." Bu cümleyi şöyle açıklamak lazım. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru işi yapan futbolcudur Ernst. Ben de bu bağlamda Türkiye'de bir benzerini daha görmüyorum. Dünkü maçtan farklı birkaç örnek de bunu özetliyor. Çalışılmış olduğu belli bir İBB duran top organizasyonunda bütün takım uyuşuk vaziyette iken gitti topu çaldı. Birkaç tane kontra girişimini temiz müdahalelerle kesti. Bekletmeden akıllıca attığı bir iki derin top var ki kendini oyun kurucu zanneden zibidileri kolçaklı sandalyeye oturtup izletirim. Son olarak da sağ çizgiye inip arkaya doğru kestiği topla da öyle orta yapılmaz böyle yapılır dedi. Kısacası yine geniş bir dairede oynadı, yine bütün maç koştu, mücadele etti ve bütün bunları yaparken daima aklını kullandı.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Gözlerim Kamaştı..



Bence bu kadar yeterlidir. Artık çoluğa çocuğa, toruna torbaya gösterebileceğin, "ya dede bırak allasen, seni BJK başkanı yaparlar mı hiç!" diyecek torunlarına efsanevi başkanlık dönemini ispatlayabileceğin bir resmin de var..


Bak ortada alınmadık kupa da kalmamış..Hastane hastane gezdirilen, lazımlık niyetine kullanılmaktan bakırı sararmış türkiye kupasından, 1.500 TL primleri verilmediği için kira-elektrik-su faturalarını ödeyemeyen hentbolcularımızı barındıran yılların şampiyonu efsane erkek hentbol takımımızın kattığı nice kupalara kadar onlarca başarı sığdırmışsın şu kısa başkanlık dönemine..


Hadi bak uzatma, daha fazla üzme bizi, yakışıklı da çıkmışsın...
Bırak bu sevdayı artık..
Bizim sevdamızı da bize bırak..

4 Ağustos 2009 Salı

Forvetler ve forvetçikler

Serkan'ın sistem tartışması yazısında üzerine varılan nokta ciddi olarak bir yerlerinden tutamadığımız, dengeye oturtamadığımız bir kadro yapımızın var oluşuydu. Nedeni de kah çeşitli oyuncu yetersizlikleri (yetenek noksunu Nobre, tek devrelik Yusuf) kah yabancı sınırı... Bu faktörler belli bir ideale ulaşmamızı engelliyor görüntüsü veriyor. Bu noktada aklıma fovetlerimizin yeterliliği geliyor ve beni daha önce Noat Samisa'nın şu postuna yazdığım hemen alttaki bu yoruma götürüyor:

Bobo, sahada "etkinliğini" hissettiren bir oyuncu değil. Cisse gibi bir hayalet. Oysa yakın tarihe bir bakın. Les Ferdinand, 88'de geldi ve sadece bir sezon oynadı. Oynadığı futbol hala insanların zihinlerinde tazeliğini koruyor. Metin-Ali-Feyyaz'dan bahsetmeye gerek yok. Ruhsal dengesi bozulana kadar Oktay Derelioğlu'na bakın. Daniel Amokachi'yi hatırlayın. İlk maçında, 11 saatlik uçak yolculuğunun ardından Minsk'te oyuna girdiğinde sergilediği etkiyi ve daha sonrasında unutulmazlar arasına giren performansını hatırlayın. Neler yaptığını... En son örnek de Pascal. Sahada ne kadar dominant, ne kadar efektif bir futbolcu olduğunu anımsayın. Aynı şekilde İlhan Mansız'ı... Stefan Kuntz gelsin aklınıza...

Bu bahsettiğim forvetleri anlatmaya gerek yok ayrı ayrı... Yalnız burada vurgulanması gereken bir nokta var. Onlar hiçbir zaman Bobo gibi hayalet olmadı. Tam tersine sahada her daim varlıklarını hissetirdiler. Kimi zekasıyla, kimi gücüyle, kimi bitirişiyle, kimi azmiyle ve hırsıyla, kimi de her şeyiyle... Onları sahada "görüyordunuz". Ben, Bobo'yu çok az maçta -ki buna goller attığı maçlar da dahil- "gördüm".


Düşünün şu an itibariyle elimizdeki en komple forvet bu. Ama ne bir yürek var ne de istikrar. Nobre ise tam bir savaşçı, takımı için her şeyini veren bir adam ancak bir yetenek fukarası. Holosko ise sadece hızıyla, tek bir oyun modelinin baskın karakteri olabilen bir oyuncu. Nihat da benzer özelliklerde ve en azından kendini tamamlayacak bir partnere (Stalker'ın belirttiği gibi Kovaçeviç) ihtiyaç duyuyor. Ayrıca an itibariyle hazır olmamasına ek olarak kendisinden beklentilerin yüksek olması nedeniyle en ufak bir olumsuzluğu dahi göze batabilecek bir vaziyette. Kısaca, an itibariyle, eldeki forvetler "bir şeyleri değiştirebilecek" forvetler değil.

Defans ve ortahaya kurulan ve kurulmaya çalışılan belli bir iskelet var, fakat forvette bunu göremiyorum. En azından "sağlam" ve "şüphe götürmeyen" bir varlık göremiyorum. Bu bağlamda, ileri üçlünün ortasına Mansız ve Nouma gibi her özelliği ortalamanın üzerinde olan ve "etkili" bir forvet gelmezse daha çok kadro yapar ve bozarız gibi geliyor.

Bir Futbol Zararlısı

3 Ağustos 2009 Pazartesi

4-3-3 vs. 4-4-2

Efsane 100. yıldan sonra son günlere kadarki durumumuzu özetleyen bir karikatür bu. Bir çok konuda olduğu gibi Beşiktaşımız konusunda da genelde karamsar olmama rağmen Ege'nin de belirttiği gibi dünkü yenilgiye rağmen yeni sezona son yıllarda olmadığım kadar umutlu giriyorum. Ancak dünkü maç performansından sonra kafamda takımın dizilişine dair ciddi sıkıntılar oluştu.

4-3-3'ün ateşli bir savunucusu olmama rağmen dün sahada diziliş ve oyuncu yapısından kaynaklanan çok ciddi açıklar vardı. Burada daha fazla uzatmadan yorumlar kısmında bu konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Blogumuzu takip eden (latimer hariç:)) 4 arkadaşın da fikirlerini almak isteriz (hala takip ediyorlarsa:))

Hiç transfer yapmadığımızı farzedip, sadeleştirmeye gidelim ve soralım: Önümüzdeki maçlarda nasıl bir formasyonla sahada yer almalıyız?

Süper Kupa'ya Dair İzlenimler

Dün, maçı bitiren golü atan Alex'in tribünlere koştuğu andan itibaren televizyon karşısında zor anlar yaşadığımı itiraf etmeliyim. Zaten maç izlerken sanki bir sınava girermiş gibi vücut sıcaklığım yükselir ve üzerime ateş basarken, doksan artılı anlarda terden ölmek üzereydim. Kupanın kaybedilmesinden çok, bir derbi maçının kaybedilmesinin biyolojik tepkileriydi bu. Ama yine de maçı duygusal yönden çok ele alma ihtiyacı hissetmiyorum çünkü sahada gördüğüm takımım bana ilerisi için çok umut verdi.

31 Mayıs-2 Ağustos arasında geçen zamanda yapılanlar, takımın seviyesini bir numara yükseltmiş. Özellikle ilk yarım saatte geçen seneye göre görmediğim ölçüde iyi bir pas trafiği ve pres vardı. En son bu düzeyde organize bir presi 3-2 biten 2006 Fortis Türkiye Kupası finalinde görmüştüm. O maçın ilk yarısında rakip defansa yapılan organize, ısrarcı ve coşkulu pres ile kapılan toplar hızla ileriye aktarılmış ve peş peşe goller gelmişti. Bu maçtaki başlangıç ise buna benziyordu fakat bundan daha farklı olarak daha soğukkanlı, pas trafiği daha otomatikleşmiş bir Beşiktaş vardı. Tek eksik ise değerlendirilemeyen pozisyonlardı. Bu arada rakibe de özellikle sağ kanattan yardım getirilememesi sebebiyle pozisyonlar verildi. Burada yine iyi pas organizasyonları dikkatimi çekti. Şöyle ki, savuşturulan ataklardan sonra panik yapılmadı ve ayağa oynayarak defanstan çıkılmaya çalışıldı. Bu, bizim takımlarımızda pek göremediğimiz bir özellik ve eğer devamı gelirse, sonuç harika olacak.

Yusuf-Nihat değişikliğinin zamanı sorgulanabilecek hadiselerden birisi. Çünkü her ne kadar ileri üçlünün sağında yer alan Yusuf, Erhan'a pek yardım etmeyerek Fener'in sol kanattan hücum eden oyuncularını parlatsa da, oyun sıkıştığında ayağında top tutarak takıma zaman ve yerleşim konusunda birtakım avantajlar ve tahammüller sunuyordu. Burada acaba Tello geçen seneki gibi sağa çekilse, Yusuf forvet arkasında yer bulsa ve Ernst biraz sola yakınlaşsa nasıl olurdu diye sormadan edemiyorum. Sağ ve sol kanatlara önlem getirirken bu sefer de ortadan çok açık mı verir miydik? Başka bir mesele de şu: Yusuf gibi bir oyuncu ikinci yarıda oyuna sokulsa ve böyle yaratıcı bir gücü maçın sonuna saklasaydık daha iyi olmaz mıydı? Elimizde kullanabileceğimiz bir silah olurdu. Yusuf'un çıkıp Nihat'ın girmesi ile ayağımızda top tutma kabiliyeti biraz kısaldı, çünkü Nihat öyle bir oyuncu değil ve çok güçsüz. Ernst'in biraz ilerisinde daha çok orta saha gibi kullanıldı ve açıkça öyle bir orta sahaya evrilme süreci ne kadar başarılı olur diye de sormak istiyorum. Çeşitli bloglarda ve haber kaynaklarında Nihat'tan bir Litmanen ve son yıllarındaki gibi bir Bergkamp yaratılma düşüncesinden dem vuruluyordu ama şuna dikkat etmek gerekir bence. Nihat bir oyun kurucu vizyonundan ve top saklama yetisinden ziyade bir açık stiline ve son vuruş becerisine hakim. Litmanen ve Bergkamp, Nihat'tan çok farklı oyunculardı ve hızları ile değil oyun zekaları ile ön plana çıkmışlardı. Bu bağlamda bu konuya temkinli yaklaşmayı tercih ediyorum.

Bobo'nun sol açık oynayamayacağı tüm çabasına rağmen belli oldu ki maçın ilk 30 dakikasında Bobo'nun pili bitti, top ezmeler başladı. Bobo, bir açığın sahip olması gereken hıza ve/veya orta yapma özelliğine haiz değil. O bir golcü ve en ileride oynaması gerekiyor. İşte tam da burada takımın temel problemi şu. Nobre, Türk statüsünde ve her maç yüreğini ortaya koyuyor. Ancak yetenek itibariyle Bobo'nun fersah fersah gerisinde bir oyuncu. Dripling yapamayan, top kontrolü zayıf ama var gücüyle oynayarak bu açıklarını kapatmaya çalışan bir oyuncu Nobre. Bobo ise hava hakimiyeti hariç her alanda Nobre'nin çok üstünde olmasına karşın yabancı statüsünde, isteksiz, moralsiz ve güçsüz. İki tarafın eksileri artıları beni ve birçok kişiyi açmazda bırakıyor. Tabii 2008 sonbaharına doğru şimdiye göre çok daha iyi tekliflerin geldiğini biliyoruz ve Bobo da o zamandan beri gitmek istiyor. Hala da gidebilir ve bu belirsizlik sanırım onun bu denli ne yaptığını pek bilmeyen görüntüsünün bir kanıtı olabilir.

İsmail için bir şeyler söylemek gerekir. Çok sakin ve kendinden emin bir duruşu var ki, metrekarede 25 adım atan hiperaktif Deli İbo'dan sonra sanki biraz anti-depresan etkisi yaptı. Tekniği oldukça iyi ve fizik mücadeleye girmekten hiç kaçmıyor. Bilica ve Cristian ile taç çizgisinde yaptığı ikiye bir mücadeleyi, iki tane tecrübeli oyuncuyu çizgi boyunca peşine takarak uzun bir süre topu kaybetmeden onlarla yaptığı mücadele beni oturduğum koltuktan ayağa kaldırmaya yetti bile. Elbette bazı acemilikleri oldu defansta ama kaç aydır da gündemin adının niçin "İsmail Köybaşı" olmasına yol açtığını da gösterdi. Deli'in sözleşmesi maç başı ise umarım parasal birikimi vardır çünkü İsmail, "N.Ş.A"da formayı vermez ve söke söke milli formayı da alır, tabii ortada cidden "seçici" diye birisi varsa.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere. Fiziki düşüş bu maçın belirleyicisi oldu. İlk golü yedikten sonra kalan 15-16 dakikalık süre içerisinde takım anormal bir şekilde ayağa kalkamadı, resmen herkes bir anda yatağa düştü. Umarım bu hal sadece bu zamanlar için geçerlidir çünkü geçen seneki en büyük silahlarımızdan biriydi üstün fizik kondüsyonumuz ve çoğu maçta bu şekilde ayakta kaldık veya maçı son bölümlerde bu niteliğimizle kopardık. Bu maçta göze çarpan en önemli şey buydu. Sistem konusunda da eleştiriler var. Eldeki oyuncuların uygunluğu açısından bu eleştirilerde epey haklılık payının olduğunu düşünüyorum ancak yine de şimdilik, bu konuda fevri davranmamayım.