30 Eylül 2009 Çarşamba

Hayaller...


Bugün bu imajı görmek istedim, çok şey mi istedim?

Bırak!


Beyaz, bembeyaz bir odaya kapatalım seni...
Bir de televizyon verelim,
Kendi kendine maç anlat.
Bizi de RAHAT BIRAK!

Kaynak fotoğraf

Şafak 21



Beşiktaş'ın ihtiyacı da bir sürü 21. Tekrar etmekte de fayda var: bizi bizimle bırak artık.

Döndüğümde Beşiktaşlıların yüzündeki gözyaşlarının silinmiş olması dileğiyle, sağlıcakla kalın. Blogumuzu takip edin :)

28 Eylül 2009 Pazartesi

Yarasa

Daha önce bit kadar fontlarla mazisindeki oyuncu isimlerini formasına yazdıran biz dahil bir çok kulüp gördüm ama kulübün sembolünün bir formaya bu kadar başarılı uygulandığını ben ilk defa görüyorum..

27 Eylül 2009 Pazar

Yönetim İstifa?



Kayseri maçından sonra tribünlerimizden epeydir duymadığımız bir tezahürat yükseldi "Yönetim İstifa", garipti çünkü en çok yapılması gereken zamanlarda yapılmayan bu tezahürat belki de biraz zamansız yükseliyordu. Sezon başında tavan yapan beklentilerin elde patlayacak gibi durması bir yana, rakiplerin tarihlerinin en iyi sezon başlangıcını yapması da duruma hiç yardımcı olmadı açıkçası, normal bir sezonda bu farkı kapatmak hiç de sorun olmaz (bkz: Fenerbahçe'nin geçen sezon başı sıçıp sezon ortasında bizi geçmesi), fakat Fener ve Galatasaray'ın bu kadar kayıpsız gittiği bir sezonda tren çok erken kaçabilir. Elbette onlar da kayıplar yapacaklar, ama Beşiktaş'ın yarıştan kopmaması için bundan sonra en az 5-6 hafta kayıpsız gidip bir seri yakalaması lazım. Ankaraspor maçının hükmen galibiyeti takımın kafa olarak biraz sakinleşmesi, acil 3 puan gerekliliğinin yarattığı baskının azalması ve yeni bir başlangıç yapmak adına daha iyi bir zamanda gelemezdi diye düşünüyorum.

Takım bu kadar zor bir durumdayken, bir de Kayseri ile sezon başındaki gerginlik varken maç sonundaki isyanı anlıyorum tabi. Her ne kadar maçın başında Kayseri başkanına küfür edip meydan okuduktan sonra maç sonunda göt olmak malesef kendi taraftarımızın hıyarlığı olsa da, bu durumun yarattığı ekstra siniri ve yol açtığı "yönetim istifa" çığlığını da anlayabiliyorum. Peki hakkaten yönetim istifa etmeli mi?

Öncelikle Beşiktaş'ın şu anda içinde bulunduğu durumun en büyük (ve belki de tek) sorumlusunun yönetim olduğunu söyleyerek söze başlayım. Çifte kupa rehavetine kapılıp transfer sezonuna yeteri kadar hızlı başlamadılar, başladıktan sonra da Mehmet Topuz olayını resmen bir PR skandalı haline getirip hem kulubün haysiyetini iki paralık ettiler, hem futbolcuyu kaptırdılar (ki bu konuda çok dertli değilim, bu olayda ortaya koyduğu karaktersizlik sonrası bence uzun vadede hayırlı oldu), hem de Fenerbahçe ile giriştikleri sidik yarışı sonrası transfer piyasasındaki fiyatların iyice uçmasına neden oldular. Bu da yetmedi, Mehmet Topuz olayındaki itibar zedelenmesini unutturmak için acil bomba transfer arayışına girdiler. Buradaki sorun kelime "acil". Yıldırım Demirören'in nasıl bir Fenerbahçe kompleksi var aklım almıyor, kamuoyundaki "Aziz Yıldırım Demirören'e golü çaktı" imajını acilen silebilmek için, Mustafa Denizli ile oturup transfer seçeneklerini sakin kafayla bir daha gözden geçirmek, transfer sezonunu bir daha açmak yerine elinde bi çuval parayla sağa sola koşuşturdu. Nihat bu noktada onun için süper fırsattı çünkü Beşiktaş çocuğuydu, taraftarın sevgilisi genç Nihat olarak kulüpten çıkmış, Avrupa'da kendini kanıtlamış, Euro 2008'de Milli Takım'ı sırtlamış tecrübeli Nihat olarak geri gelecekti. Daha da önemlisi Aziz Yıldırım son derece kamuoyuna açık bir şekilde Nihat'ı birkaç sezon üstüste almaya çalışmış fakat başarılı olmamıştı. İşte anahtar nokta buydu, Aziz Yıldırım'ın "taktığı" topçuyu bir seferde gidip alacaktı.

Tabi sevgili Demirören'in burada atladığı iki nokta vardı: 1) Nihat son sezon sakatlıklarla boğuşmuştu ve kendini tekrar kanıtlamak istiyordu. Böyle bir sezondan sonra Beşiktaş'a dönmek demek halkın gözünde "Avrupa'da artık iş yapmaz" anlamına geliyordu, bu da Nihat'ın kendini kanıtlamak adına iyice egoistleşmesi demekti. 2) Daha da önemlisi, bu transfer Mustafa Denizli'nin isteği dışında gerçekleşmiş ve bütün transfer bütçesini de yemişti. Burada açıklayamayacağım fakat gayet sağlam bir kaynaktan aldığım bir habere göre Mustafa Denizli olaydan "Nihat da Nihat diye tutturdular, takımda bütçe kalmadı" şeklinde bahsediyormuş (beni tanıyanlar böyle bir haberi kıçımdan uydurmayacağımı da bilir).

Özetlemek gerekirse, tüm bu basiretsizliklerin üzerine Delgado'nun ameliyat olması takımın elini kolunu bağladı ve Demirören yönetimi kendi kendine yiyip bitirdiği transfer sezonunun sonunda yine kendi kendilerine uçurdukları fiyatlar üzerinden Tabata transferi yapmak zorunda kaldı. Bu noktada Tabata transferinde bardağın dolu tarafına bakıp "Takımın eksik kaldığı bir mevkiiye, ortalamının üstünde bir adam transferi ihtiyaç değil gereklilikti" demek istiyorum, verilen para dudak uçuklatsa da.

Peki bu kadar hata yapılmışken, geçmişte bunun gibi sayısız örnek varken ve eldeki durumun tek sorumlusu varken yönetimin istifa etmesi gerekir mi? Bence hayır. Demirören'den nasıl nefret ettiğimi, Beşiktaşlılık duruşu dediğimiz ve her zaman gurur duyduğumuz o kavramı iki paralık ettiği için nasıl isyan ettiğimi, konu hakkında yazdığım iki üç entryi okuyan herkes bilir. Fakat başarı demek istikrar demek ve Beşiktaş'ta yıllardır istikrarın zerresi yok. Geçen sene garip birşeyler oldu, Mustafa Denizli çizgilerini net çekti ve bir süre sonra Demirören yönetimi elini takımdan çekti. Maç sonrası çıkıp yaptıkları saçma açıklamalar yok denecek kadar azaldı, basın önünde barkovizyon gösterileri bitti, puan kaybedilen maçlardan sonra sadece takıma güvenildiği söylendi, ara transferde inanılmaz bir şekilde iki tane nokta transfer yapıldı ve hiç şans verilmeyen o takım seneyi iki kupayla kapadı. Ne kadar çok yanlış yapmış olsa da Demirören yönetimi sonunda birşeyler öğrendi ve üst üste yaptığı doğrularla takımın önünü kesmemiş oldu, bu bile başarıyı getirdi ki son 12 senede sadece 1 kere şampiyon olabilmiş takım için çifte kupa inanılmaz bir başarıdır.



Beşiktaş için bu sezon büyük bir şanstı, çünkü ilk defa birşeyler üstüne koyma şansımız vardı. Yapboz gibi bozulan takımlar, sürekli değişen teknik direktörlerden sonra ilk defa bu sene ikinci tuğlayı koyma şansımız vardı. Başarı bir senede kolay kolay gelmiyor, gelince de onu çok iyi kullanmak ve çok daha büyük başarılara temel oluşturmak lazım. Galatasaray ilk senesinde UEFA'yı kazanmadı, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde Zico ile başarılı olmuş olsa da onun altında Daum ısrarıyla oturmuş temel vardı. Gordon Milne'in 3 sene üstüste şampiyonluğundan önce aldığı 3 sene üst üste ikinciliği vardı. En basiti yine tek senede başarıyı yakalamış Lucescu'nun ikinci senesine nasıl başladığını, ligi nasıl domine ettiğini hatırlayın. Samsun maçıyla başlayan, en basit tabiriyle "olağandışı" olayları yaşamasaydık o Lucescu bugün Shaktar'da yaptığını bizde yapıyor olacaktı, bundan zerre kadar şüphem yok (İkinci Chelsea maçından dolayı hala kendisine kızgın olsam da). İşte bu yüzden Mustafa Denizli'ye güvenip, iyi transferler yaparak zaten belli bir altyapısı oturmuş takımı Şampiyonlar Ligi'nde tur atlayacak, kupalarını koruyacak hale getirebilirdik. Transfer sezonunda yapılan yanlışlar bunu iyice zora attı, ama zararın neresinden dönülse kardır, bu sene kupaları kaybedebiliriz, ama bu takımı bozup baştan yapma sevdasına kapılmazsak sezonun ikinci yarısında yükselişe geçip ertesi sene çok daha iyi bir şekilde dönebiliriz, ki bu sene de henüz bitmedi, hele Şampiyonlar Ligi için kaybedilmiş hiçbir şey yok, fakat CSKA maçı daha önce yolladığım grafiklerden de görüldüğü üzere inanılmaz önemli.

Ha uzun lafı kısası, Demirören yönetiminin bir an önce çenesini kapayıp normal görev süresinin sonuna kadar görevde kalması taraftarıyım. Zaten geçen seneden birşeyler öğrendikleri belli, Mustafa Denizli'nin son derece normal karşıladığım "istenirse istifa ederim" açıklamasından sonra sakin bir şekilde hocaya sahip çıktılar ve yola devam dediler, sene başındaki "saçmalama" dalgasını atlatıyor gibiler. Olağan genel kurulda seçimi kaybederlerse bu normal bir durumdur, takımın genel gidişatını bozmaz, fakat olağanüstü genel kurulla başa gelen yönetimlerde hep bir "reform" yapma, "biz farklıyız" imajı verme aşkı vardır, SimCity oynuyormuş gibi elde avuçta ne varsa buldozerle yokedip sıfırdan başlamak isterler. Beşiktaş'ın şu anda ihtiyacı olan son şey reform, Beşiktaş'ın ihtiyacı "istikar" ve biraz "restorasyon". Demirören yönetimin "Beşiktaşlılık" kavramına tekrar önem vereceğine dair ise pek umudum yok, fakat geçen seneki gibi suya sabuna dokunmasalar en azından daha fazla zarar vermezler, Beşiktaşlılığı yüceltmek ise takıma ve takımın başına çok yakıştırdığım Mustafa Hoca'ya düşer.

22 Eylül 2009 Salı

Elleri Öpülesi

Dünkü bayram ziyaretinde anneannem bana yavaşça şunu söyledi:

"Bakma sen onlara, Beşiktaş'ı sakın bırakma."


Başta onun bunu bana söylemesine gerek yokmuş gibi görünse de, mesele o kadar basit değil aslında. Çünkü bu, öylesine söylenmiş bir söz değil, usulca dile getirilen bir hayat felsefesinin kulaklarda asla silinmeyecek bir tezahürü. Sevdiğinin peşinde koşmak, onunla anı yaşamak, onu asla bırakmamak, araya giren engellerde pes etmememek, sevdadan vazgeçmemek... Leş yiyicilerin (salt takım elbiseliler değil) olduğu ortamlarda bunu yapabilmek...

Anneannem bana bunları tekrar hatırlattı, sıradan geçen bir günde beni gülümsetti. Elleri öpülesi anneannem...

15 Eylül 2009 Salı

Sonun başlangıcı?

İki gündür Bursa Balıkesir Ankara arasında koşturuyorum, yorgun argın eve geliyorum, Bertan'ın güzel çalışmasını görüp ManU maçı öncesinde biraz keyifleniyorum ve gerçekten hala etkisi altında olduğum GS maçından uzaklaşıyorum..

Ama ben bir Beşiktaş taraftarıyım, gülmek, neşelenmek bana haram son yıllarda, bu gün olduğu gibi!!

"Bobo kadro dışıymış abi duydun mu?" diye bir telefon geliyor, kalbime, sırtıma, böbreklerime bıcaklar saplanmaya başlıyor..

Belki çok sinirli olduğum için ve biraz da yorgunluğun verdiği bitkinlikle yazıyorum bunları ama bu gecenin olası olumsuz sonuçları üzerine çok tartışılacak bir meselenin, çok çekilecek bir söküğün başlangıcıdır bu kadro dışı kararı..

İnşallah bilmediğim nedenler (sakatlık vb..) vardır ve bizlere, bu maçta Bobo'yu sahada görmeyi bekleyen taraftarlara mantıklı bir açıklama yapılabilir..

Aksi halde bu olay bu sezon için sonumuzun başlangıcı olabilir..

evet karamsarım, kızgınım ve üzgünüm..

Gecenin 4ünde başlık bulmak ne zormuş a dostlar...

Bu postun planını epeydir yapıyordum aslında, canavar gibi infographics örnekleri hazırlayacaktım, Kibariye'nin "Golleri sırala / Devleri Parala / Şampiyonlar Liginde Finali Arala / Dayanamam ölürüm senin uğruna / Vur artık kanarya" klibinden beri gelmiş geçmiş en iyi görsel şölen olacaktı. Gel gör ki kronik tembelliğim bu planlarımın önüne geçti ve kendimi Manchester maçından önceki gece, saat 1'de bilgisayarın başında buldum, haliyle sonuç da vasatın üstü oldu. Fakaaaat, istediğim seviyenin epey altında olsalar, muhtemelen onlarca hata içerseler, export kaliteleri yerlerde olsa da ilk maça yetiştirdim sevgili okur. Yarın iş yerinde zombi formatında varlık gösterecek olmam ise küçük bir detay, takılmayalım...








14 Eylül 2009 Pazartesi

Hadi!


Zaman, ayağa kalkıp dik durma zamanıdır.
Zaman, zafer zamanıdır.
Hadi!

12 Eylül 2009 Cumartesi

Herkesin Tuttuğu...



Yusuf Mustafa Sarp'ı tutarsa!
Rüştü topları tutarsa!
bunu kim tutar?!!

Beni benimle bırak



Beni benimle bırak giderken
Başka bir şey istemem sen ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun, senin olsun....

Sezgi



Blogda bir totem sessizliği sezdim.

6 Eylül 2009 Pazar

Tarihsizlik


Türk futbolunun kimlik ediniminde bu kadar köklü kulüplere rağmen en büyük yaradır tarihsizlik. Ne demek istiyorum? Nispeten yeni kulüplerden, en eski olan 3 büyük kulübümüze kadar, hiç birinin tarihi, kurumsal gelişimi doğru düzgün belli değildir.

Biraz geç kalsam da, bu konuda yazmaya Ege'nin deplasman formalarıyla ilgili yazısı üzerine karar vermiştim. Ege orada Beşiktaş'ın renkleriyle ilgili klasik geyik olan kırmızı-beyazdan ve doğru olup olmadığını bilmediğinden bahsetmişti.

İşin acı tarafı, bu masal 100. yıl için tarih araştırmalarını Tuğrul Yenidoğan yapana kadar resmi sitede de yazıyordu, ancak onun uğraşlarıyla düzeltildi. Öncelikle üstüne basa basa söylemek gerek, Beşiktaş'ın tarihin herhangi bir anında kırmızı-beyaz renklere sahip olduğu, Hezarfen Ahmet Çelebi diye bir adamın Galata'dan Üsküdar'a uçtuğu kadar büyük bir yalandır. En azından ikinci yalanı uyduranın Evliya Çelebi olduğunu biliyoruz, kırmızı-beyaz yalanını kimin uydurduğuna dair bir şey ise yok ortada. En üstte görülen 1906 tarihli rozette (Balkan savaşından 6 yıl önce!) Beşiktaş'ın renklerinin siyah beyaz olduğu ortada.

Yazıyı yazmama ikinci ilham veren yazı ise Ekşi Beşiktaş'ta yer alan Beşiktaş tarihinden notlar idi. Bu yazıda da Beşiktaş armasıyla ilgili şu klasik efsane dillendiriliyordu:


Yani Beşiktaş arması neden olduğu gibiymiş, çünkü ilk beyaz şerit 1'i temsil ediyormuş bilmem ne, 1319 da Beşiktaş'ın kuruluş tarihiymiş Hicri takvime göre.

Hoooop! En aptal soruları soralım şimdi:

1) Beşiktaş'ın 1906 tarihli rozetinde 1903 kol gibi Miladi şekliyle yazılı da, armayı tasarlarken mi Hicri'ye göre tasarladılar?
2) Hadi diyelim öyle yaptılar, 1903 Hicri takvimde 1319'a mı denk gelmektedir gerçekten? Hemen söyleyeyim: Hayır. 1 Ocak 1903: 3 Şevval 1320'ye, 31 Aralık 1903 ise 13 Şevval 1321'e denk gelmektedir. Yani 1319 diye bir şeyin ihtimali bile yok.
3) Diyelim ki 1319 doğru. 1906 tarihli armada ortada bir Türk bayrağı yok, nasıl bir sayma hesabı armada olmayan parça için?

3. sorudan yola çıkarak, yeni bir efsaneye ve kritik bir soruya geçebiliriz. Beşiktaş'a "verilen" Türk bayrağı taşıma hakkı nedir? Beşiktaş'ın bugünkü arması ne zaman, kim tarafından tasarlanmıştır?

İkinci sorudan başlayalım. Şok edici ama, eldeki bilgiye göre, armayı kimin ne zaman tasarladığı belli değildir. 1959-60 şampiyonu şu takımın üstünde az çok bugün bildiğimiz logo vardır:
Aynı şekilde 1957'de Federasyon kupasını alan şu takımın üzerinde de:


Ama benim elimdeki resim arşivinde 1955'e ve öncesine dönünce arma kayboluyor. Tamamen tahmin olsa da, benim tahminime göre, ulusal düzeyde maçlar oynanmaya başlayınca (1955'te), TFF her takımın sahaya bir armayla çıkmasını istedi ve Beşiktaş'ın arması yaratıldı. Kim, nerede, ne zaman yaptı bilmiyorum.

Peki armanın ortasındaki Türk bayrağı nedir? Klasik hikayeye göre Beşiktaş 16 Mayıs 1952'de Yunanistan'a karşı Türk milli takımını temsil etmiş, dolayısıyla Adnan Menderes Beşiktaş'a bu hakkı tanımıştır. Yine hooop diyor, basit sorularımızı soruyoruz.

1) 16 Mayıs 1952 tarihinde Türk Milli Takımı'nın Yunanistan'la oynadığı bir maç var mıdır? Cevap hayır. Böyle bir maç olduğuna dair bir kayıt yok. Bırakın 16 Mayıs'ı, 1952'de Yunanistan'la milli maçımız yok.
2) Bazı yerlerde bu maçın Akdeniz Oyunları kapsamında olduğu ve Ümit Millilerin temsil edildiği söyleniyor, doğru olabilir mi? Öncelikle Ümit Milli maçların tarihçesi TFF sitesinde bile yok, dolayısıyla cevap vermek zor olacak gibi. Ama, 1952'de Akdeniz Oyunları olmadığını söyleyince sanırım cevap alınmış olacak.

Bayrağın armaya sonradan eklenmesi, Beşiktaş'ın milli takımı temsili gibi şeyler, kanıt görene kadar, benim gözümde hurafedir.

Gelelim kimler Türk bayrağını armasına koyabilir olayına. Sanırım en sert iddiayı burada yapacağım: Armasında Türk bayrağı bulunan bütün spor kulüpleri (Beşiktaş dahil) suç işlemektedir. İdari bir suç olsa da, Türk bayrağı kanunu ve tüzüğünde derneklerin bayrağı kullanamayacağı açıkça belirtilmiş. Kanun ve tüzüğe aykırı uygulama için ya bunların değişmesi, ya da kanun hükmünde bir kararname çıkarılması gerekiyor, ancak bu kulüpler için böyle bir şey de yok. Aksini ispatlayana en azından bana yeni bir şey öğrettiği için müteşekkir olurum.

Beşiktaşlılar, sakın ola bu ne biçim iş her şeyimiz efsane diye üzülmeyin. Fenerbahçe, Galatasaray başta, bütün eski kulüplerimizin tarihi uydurmalarla ve bilinmezlerle dolu. Türk futbol tarihinin geçmişi ile ilgili duyduğunuz olayların tamamına yakını efsanedir.

Şimdilik tarihimizle ilgili benden bu kadar, belki istek gelirse diğer efsaneleri de incelerim.

4 Eylül 2009 Cuma

Mustafa Denizli Deneyselliği

Biliyorsunuz Mustafa Denizli, deney yapmayı seven bir teknik direktör. Özellikle önemli maçlar öncesinde geniş çoğunluğu şaşırtan hamle(ler) yapıyor. Farklı, asimetrik dizilişler ve oyuncu tercihleri...

Bu seneki 5 resmi maçta geçen seneye göre oyun düzeni görece daha anlaşılır takım seyrettik. Daha mekanik, yaratıcı yönü biraz daha noksan bir takım vardı sahada.

Alınan haberlere göre Mustafa Hoca Galatasaray maçında 4-4-2 oynamaktan bahsediyor. Ben buna hafiften gülerim. Niye? Hoca aslında bu ifadesiyle o maçta birden çok şapka çıkaracağının sinyalini veriyor. Çünkü karşınızda bir Gordon Milne yok, izlediğiniz takım da Cruyff-Van Gaal-Rijkaard-Guardiola ekseninde gelişmiş bir Barcelona değil. Yani hem hoca öngörülebilir bir futbol anlayışını benimsemiyor, takım da belli bir geleneğin getirisi olan belirgin bir sisteme sahip değil.

Kadrodaki gelişmeler ise geçen 5 resmi maçla ilgili bütün eldeki verileri çöpe attırabilir düzeyde. Ekrem, Toraman, Yusuf ve Bobo takıma döndü/dönüyor ve Tabata takviyesi geldi. Sırf Tabata'nın katılımı bile oyun düzeni hakkında tahminde bulunmamızı zorlaştıracak.

Bu maçta Galatasaray'ın işi zor. Takım savunması oldukça iyi ve yeni katılımlarla hücumda ne yapacağı bilinmez bir büyük takımla oynayacaklar. Ekrem ve Holosko direkt 11'de başlatılmalı, bu maç onların maçı olur. Ekrem, hem hücuma hem defansa çabukluk ve dinamizm getirecektir. Holosko ise oynarsa ve "oynatılırsa" onu durdurmak için bir "milli defans"tan fazlası gerekecektir.

Buyrun falcılığa...

3 Eylül 2009 Perşembe

WTF-PFDK?



Malumunuz 28 Ağustos 2009 Beşiktaş Gaziantepspor maçında sahaya bir apaçi atlamıştı. PFDK bunun cezasını açıkladı: "BEŞİKTAŞ A.Ş.'nin, 30.08.2009 tarihinde oynanan BEŞİKTAŞ A.Ş. - GAZİANTEPSPOR Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 25.000.- TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..."

Aynı olay Rambo adlı meşhur apaçi sayesinde 16 Ağustos 2009 Fenerbahçe Sivasspor maçında da yaşanmıştı ve pfdk şu kararı almıştı "2- FENERBAHÇE SPOR Kulübünün, 16.08.2009 tarihinde oynanan FENERBAHÇE - SİVASSPOR Turkcell Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 15.000.-TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..."

Pfdk şova devam etmiş bu hafta, şöyle ki: "Aynı müsabakada BEŞİKTAŞ A.Ş.'nin, stadyuma biletsiz seyirci alınmasından dolayı takdiren 20.000.- TL PARA CEZASI ile cezalandırılmasına..." dedikten sonra aynı ihlali yapan diğer kulüpler Ankaraspor ve Eskişehir'e 15.000 TL'lik cezalar uygun görülmüş!! (http://www.tff.org/default.aspx?pageID=246&ftxtID=7885)

"Oyuncuların bir normal bir de Chelsky fiyatı vardır" hesabı, cezalar da bize gelince "Demirören katsayısı" ile mi çarpılıyor anlamadım, anlayan beri gelsin.

E bu durumda WTF PFDK A.Q ?!?!?

1 Eylül 2009 Salı

Rodchenko'ya Saygı


Bu görsel, Beşiktaş'ın bütün maddi ve manevi değerlerini bilerek/bilmeyerek yok etmeye çalışan kendini bilmezler ile Beşiktaş'a saldırmak için fırsat kollayanlara karşı kişisel tepkimin bir ifadesidir.

Büyük usta Alexander Rodchenko'ya ise saygılarımı sunuyorum.