16 Mart 2011 Çarşamba

Beşiktaş Uçurtması































Sigarayı bırakalı altı ay oldu. yedi aylık bir oğlum var, ismini yiğit koydum. bu kahpe dünyada başı dik dursun, beşiktaşlı olsun başka bir şey istemem. geçenlerde babamla arabada gidiyoruz, konu sigaradan açıldı. yaklaşık 4 yıl önce benim de telkinlerimin etkisiyle sigarayı bırakan babam, benim durumumu sordu. “ilk ayı atlatınca alışıyor biraz insan ama bazı durumlar var insan çok zorlanıyor” dedim. cevabımı fırsat bildi, sigarayı ilk bıraktığı zamanlarda yaşadığı gelgitleri anlattı. tekel bayilerin önünden geçişini, sigara içenlerin yüzlerine bakışını…

halbuki benim sıkıntım bambaşkaydı. bazı geceler, uyumak için her şeyin müsait olduğu bir zaman aralığında sıcak yatağımın içinde süzülüp giderken, aniden irkilerek uyanıyorum. her gün kendisini tekrarlayan garip bir müsamerenin baş temsilcisi gibi yavaşça oğlumun yatağının başucuna gidiyorum. bir süre hızla yükselip alçalan göğsünü izlerken yavaş yavaş göğsümün tam ortasında bir yumru oluştuğunu, boğazımın düğümlendiğini hissediyorum. hayatım boyunca tecrübe etmediğim bu duygu, iflah olmaz bir şekilde kendisini tekrar ettirerek beni geceleri yoğun duygulara sevk ediyor. biricik, canım, her şeyim oğlumun başucunda durdukça onu ve ona sağlayacağım geleceği düşündükçe göğsümdeki yumru gittikçe büyüyor, taşa kesiyor. işte bu ağır yükün altında ezilen aciz ruhum, beş metre ötede duran balkonu ve içilecek bir tek sigarayı bana işaret ediyor. ağır bir mücadele sonrası tekrar yatağıma dönüyor ve her gece bitmek bilmez zaferlerime bir yenisini daha buruk bir şekilde haneme ekliyorum…

bu durumu babama anlattığımda bir süre bir şey söylemedi, sonra alakasız bir anda konuştu. “bu” dedi, “babalıktır, baba yüreğidir. üstüne hiçbir demirin ateşi, daha fazla kor veremez. sazlık kenarında pişiyorsun, farkında değilsin” dedi. tokat yemiş gibiydim. çok değil bir yıl öncesine kadar, sadece kendi hayatının gerektirdiği sorumluluğun üzerinde yürürken bir anda bambaşka ve sana muhtaç bir canın sorumluluğunu almanın ne denli önemli olduğunu anladım. ben baba olmuştum ama bunu daha yeni yeni fark ediyordum. işte böyle bir anda aklım yıllar öncesine safranbolu’da bir ormanlık alana gitti, takıldı kaldı…

güneş gazetesi bir pazar sabahı, beşiktaş taraftarına uçurtma hediye etti. tam da gazetenin verildiği gün ben ve ailem safranbolu’da amcama kız istemeye ve söz kesmeye gitmiştik. dedem vefat ettiğinden dolayı ailenin en büyüğü konumuna gelen babam, ağabeylik vazifesinin de vermiş olduğu yükle kızı isteyecek er kişi konumuna yükselmişti. 75 model peugeot arabamızla, mayıs ayının kavruk sıcağını her tarafımızda hissettiren sıcak rüzgarın doğal kliması etkisiyle meşakkatli bir yolculuğa çıktık.

eskişehir’den safranbolu’ya uzanan o uzun yolda çocuk aklımda sadece o uçurtma vardı. plastik çubuklarla bütünleştirilmiş arma şeklindeki naylonun kenarından alacalı pullar saçılıyor, uzun bir kuyruk iniyordu aşağıya. en kallavisinden uçurtma ipini dinlenme tesislerinin birinde kimsenin desteğini almadan ben bağlamıştım. ufak ellerimde tuttuğum iple uçurtmayı sağa sola koşturuyordum ama nafile. olmayan rüzgarın da etkisiyle bütün denemelerim başarısızlıkla sonuçlanıyordu. uzun süren yolculuk sonrası, gecenin kör bir saatinde safranbolu’ya vardık. birbirinin aynısı gibi duran kağıttan evlerin arasından hızla geçip giderek bir tanesinin önünde durduk. o uygunsuz saatte adeta düğün alayı gibi sevinçle karşılandık. kız evine göğsüme sıkı sıkı bastırdığım uçurtmamla girdim, amcamın müstakbel eşinin genç ve güzel kızkardeşinin bütün çabalarına rağmen bir an olsun uçurtmayı elimden bırakmadım. bu komik tablo karşısında dikkatleri üzerime çekmiş olmalıyım ki babam yavaşça yanağımı okşadı. kulağıma eğildi, mutlaka yarın bu uçurtmayı seninle uçuracağız için rahat olsun dedi. inanır mısınız, ben o gece gözümü bile kırpmadım. göklerin sahibi karakartal, çok değil saatler sonra benim elimde göklerde dalgalanacaktı. durmadan rüzgar çıksın diye dua ettim, pencere kenarında duran saksılardaki çiçeklerin hareket edip etmediğini gözledim bütün gece boyunca.

ertesi sabah saat altıda, horozlardan önce uyanıp giyindim. evin bahçesindeki tahtadan bozma eski somyanın üstüne oturup beklemeye başladım. zira dışarıda çok şiddetli olmasa da bir rüzgar vardı ve ben bu rüzgarın durmasını istemiyordum. şanlı kartalımı göklere bir an önce salmak istiyordum. ben sessizce ve sabırla bahçede beklerken evin ahalisi yavaş yavaş uyanmaya başladı, kahvaltı masası kuruldu. babamla göz göze geldik masada. sabırsızlığım artık gözlerime nasıl yansımışsa artık, hızlıca bardağındaki çayı bitirdi ve elimden tuttu. bindik arabaya, başladık safranbolu’nun sokaklarında gitmeye. yaklaşık on dakikalık bir yoldan sonra dümdüz bir yere çıktık. sağımızdaki, solumuzdaki evler birer birer seyrekleşmeye başladı. en sonunda ormanlık bir arazinin kenarına geldik. safranbolu’da mayıs sıcağı yerini bulutlu bir havaya bırakmaya başlamıştı. gökyüzü hafiften griye çalıyordu artık. babam büyük çarşı poşetinin içinden çıkardı uçurtmayı, ucundaki ipi tekrar gözden geçirdi. gergeinleştirdi, sıklaştırdı, pullarını düzleştirdi. işte o anda uçurtmayı, yani karakartalı gökyüzüne yolladı. sabah güneşi yerini kapalı bir havaya bırakırken esmeye başlayan rüzgar, babamın koşturmasına gerek kalmadan süzülmeye başladı. babam hafifçe elindeki ipliği salıvermeye başladı, o ipi saldıkça karakartalım daha da yükseklere çıkmaya başladı. uçurtma göğe yükseldikçe sevinçten çıldırıyordum, o müthiş armanın bulutlara değecek gibi olduğunu hissediyor ve mutlu oluyordum. babam dikkatle uçurtmayı takip ederek beni çağırdı yanına. çok kısa bir süre sonra uçurtmayı ben tutacaktım, kartalın göklerdeki süzülüşünü ben kontrol edecektim. ipi tam elime almak üzereyken o anda milyonda bir yaşanacak bir olay yaşandı, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. yağmurla birlikte etkisini artıran rüzgar birkaç saniye içinde ipi koparttı, uçurtma ters dönerek yolun öbür tarafındaki elektrik tellerine takıldı. elimizde ucu kopuk bir makara ipten başka bir şey kalmamıştı. o yağmurun altında babamla ben hiç konuşmadan en az bir dakika boyunca elektrik tellerinin üzerindeki beşiktaş uçurtmasına baktık. sanırım ikimiz de büyük bir umutla bir mucizenin yaşanmasını bekliyorduk. ama o mucize gerçekleşmedi, o uçurtma o tellerden hiç yere düşmedi. o uzun bekleyişin ardından tükenen ümitlerimizle birlikte arabaya bindik.

babamın yüzü bembeyazdı. elleri sinirden titriyordu, canı müthiş sıkkındı. “hay allah” dedi, “nasıl olur? tam da senin ellerine geçecekken?” o gün ben o çocuk aklımla, yıllar boyunca babamı anlayamadım. neden böyle bir tepki verdiğini, bu üzüntünün nasıl bir sebepten kaynaklandığını çözemedim. işte aradan yıllar geçtikten sonra, babalık duygusunu tadınca her şeyi anladım. evladına verdiği sözü tutmasına rağmen, her şey yolunda gidiyor gibi görünürken bir anda ellerimizden kaçıp giden o uçurtma, babamın vicdanıydı aslında. oğlumu nasıl mutlu ederim, ona nasıl bir gelecek sağlarım diye göğsümdeki yumruları büyüttüğüm o gecelerde yeni gelişmekte olan babalık vicdanımla kendimi yargılarken babamın dürüst adaletiyle karşılaştım. babalık çırpınışının o son haddinde elimizden kayıp giden uçurtmayı aslında hayatımda kaç bin kez tecrübe ettiğimi yeni hatırladım.

son dakikada yenen goller, hakem hataları, ofsayt bayrakları, avrupa faciaları, teşvik primleri, şikeler, 101. yıl faciası, fevzi’nin ıskası, ferrari’nin dirseği, recep’in röveşatası, liverpool hezimeti ve daha niceleri. hepsi ama hepsi elimden kayıp giden, her gittiğinde böğrümü delen beşiktaş uçurtmalarıydı. günlük güneşlik bir gün başlangıcında aniden göğü kaplayan gri bulutlar, bir anda yağan yağmur, şiddetini artıran rüzgar, elektrik telleri…

oğlum inşallah büyüyecek, beraber beşiktaş maçları izleyeceğiz. olur da yine bir uçurtma kayarsa elimizden, ben oğluma ne diyeceğim? uçurtmamızın adı beşiktaş, ben ona mağlubiyet yolunda galip gelmeyi nasıl anlatacağım? göğsümdeki yumrunun en büyüğü budur…

Jokond

2 yorum:

mustafa dedi ki...

Yüreğine sağlık Jokond , Benimde 6 aylık bir oğlum var adını Mert koydum bu kahpe dünyada başı dik dursun Beşiktaşlı olsun başka bir şey istemem diye . :)

serkan dedi ki...

sağolasın mustafa..

jokond, kardeş bloglardan diyebileceğimiz www.burasikapali.com da yazmakta..ben sözlükten görüp burada paylaşmak istedim sadece..