28 Kasım 2011 Pazartesi

yenilsen de yensen de

























Trabzonspor maçını geride bıraktık ve son yazımızda belirttiğimiz bu periyodun en kritik maçı olan Maccabi maçını beklemeye başladık. Trabzon maçını kaybedebilirdik de çok önemli değil. Olumlu-olumsuz belirttiğimiz durumlardan olumlu olanların belli bir ivme ile devam ettiğini gördük ve sevindik.Olumsuz tarafların da hala çözülemediğini görmeye devam ediyoruz ama bu konulara şimdi girmek istemiyorum zira daha önce dediğim gibi olumlu-olumsuz tartısını yapabilmek için bir süre tanıyıp onun sonunda toptan bir değerlendirme yapmak istiyorum. Trabzon maçında beni düşündüren ve buraya yazmaya yönlendiren asıl konuma geçmeden önce bende artık bir takıntı haline gelen Fernandes konusuna kısaca değinmek istiyorum. Trabzon maçında ilk onbirde başlamasına sevinmek istiyoruz ve 5 hafta aradan sonra bulduğu bu şansın sadece sakatlar ve eksikler listesinin kabarık olması nedeniyle gelmediğini düşünmek istiyoruz. Eğer bu nedenle oynadıysa ve Aurelio ile Necip'in geri dönüşleri sonucu onu yine unutacaksak vay halimize. Maç eksiğine ve eski performanslarını aratır görünümüne rağmen sahadaki varlığının tüm takım arkadaşlarını rahatlattığı dün de çok belli oldu. Önümüzdeki haftalarda Fernandes meselesinin boyutunu daha iyi anlayabiliriz umarım.

Gelelim başlığa ve üstteki görsel!*de yer alan iki arkadaşın hikayesine. Ortada bonservisinin yarısı için 3 milyon avro'ya anlaşılmış ve Trabzonspor maçına dek bir dakika bile sahada yer almamış bir yatırım! var. Bu oyuncu beraberinde bir çok tartışma getirdi ve haklı olarak çok tepki çekti. Olaya bir çok açıdan bakabilirsiniz: Mendes'in kazığı desek haksız olur muyuz? Madem yatırımdı bu adamın A2 liginde mi pişmesini bekliyorsunuz niye kiraya verilmedi ve lig tecrübesi kazanması sağlanmadı diyemez miyiz? Bu arada 23 ekim 2011 tarihiyle sadece iki A2 maçına çıkıp 148 dakika sahada kaldığını da söyleyelim ki A2 liginde de pişilir denilmesin!
İşin biraz daha mide bulandırıcı kısımlarına girip oyuncu hakkında çıkan "aslında Atletico Madrid oyuncusu değildi, sadece Beşiktaş'a imza atana kadar kağıt üstünde Madrid oyuncusu gibi gösterildi" iddiasını kulübün yalanlamamasına ne demeli? İsteyen dönemin Atletico Madrid alt yapı hocasının konuyla ilgili açıklamalarını ve Alves'in takımında olmadığını beyan ettiği konuşmasına göz atabilir.** Velhasıl şu ana kadar bu transferin hiç bir mantıklı yönünü bulamıyorum. Bu yazıyı yazmak için de düne kadar bekledim zira bu adamın as takımda yer alıp
almayacağını merak ediyordum. Hoca sağolsun bu merakımı haftalar sonra giderdi ve dün Quaresme yerine kendisi oyuna dahil oldu oyunun bittiği! anlarda. Şimdi anlıyoruz ki A2 takımda bile düzenli forma giyemeyen bir adam bizim as takımımızda oyunun sonlarında sahaya sürülerek gelecek için hazırlanıyor! Uğraştığımız şeyleri düşününce gerçekten üzülüyorum.

Onur Bayramoğlu'nu hatırlar mısınız? Schuster döneminin Necip ile birlikte en güzel hatıralarından, Bozüyükspor'dan bize kazandırılan 1990 doğumlu genç bir ortasaha oyuncusu. İlk başlarda A2 takımında kendisine yer bulan fakat geçen sezon lig ya da kupada olsun 11 kere as takımda forma şansı yakalayıp bu şansı oldukça iyi değerlendiren bir oyuncu. Orta sahamızda hep görmeyi istediğimiz oyunun iki yönünde de çabalayan, düzgün bir fiziğe sahip, sakin, kontrollü ve öğrenmeye açık bir isim. Bu sene Portekiz alameti farikaları nedeniyle A2'ye mahkum oldu. Son oynanan Denizli maçında sakatlığı nedeniyle oynayamadı ama ondan önce deplasmanda 2-4 aldığımız Manisa maçında sahadaydı kendisi. Trabzonspor maçında sakat olmasa yine de kadroya giremeyecekti bu aşikar zira bu sene yanılmıyorsam hiç kadroya giremedi.

Dünkü koşullarda, o maça ortasahada İbrahim Toraman ve sağ açıkta Ekrem Dağ olmadan çıkabilmek Güven Özveri ve Tecrübe kombosu isterdi ki buna sahip nice büyük hocaların şu ana kadar ülkemizde neler yaşadıklarını çok iyi biliyoruz. Bu yazıdaki eleştirim Carvalhal'e değil aslında bize, skor taraftarlarına ve bu kültür içinde böyle gelmiş böyle gider boyunduruğunu kıramayan tüm birimlere. Bu yazının amacı; buralarda hala dünkü maç kalibresindeki maçlara orta sahada Onur Bayramoğulları, sağ açıkta ya da orta üçlünün sağında Burak Kaplanlarla çıkılıp alınan yenilgilerden, en az Toraman-Ekrem ile çıkılıp kazanılan maçlarda alınacak galibiyetlerin mutluluğunu yaşabilecek insanlar olduğunu göstermektir. Evet Toraman tercihi dün bir çok noktada işe yaradı, Ekrem tercihi de belki bizim göremediğimiz faydaları getirmiştir ama ister futbol dilencisi diyin ister amatör romantik diye adlandırın biz ilkeli-sistemli bir yönetim anlayışı ile desteklenen çağdaş bir teknik ekibin çalıştırdığı ve iliklerine kadar güzel futbolu benimsemiş bir takımın doğru oyuncularla doğru oyunu oynayıp kaybettiği maçlardan sonra avazımız çıktığı kadar "yenilsen de yensen de taraftarın seninle!" tezahüratı yapacağımız günlerin hayali ile yaşıyoruz.

*ege sezen duy sesimizi görsel yap ulan :P
**http://acetobalsamico.blogspot.com/2011/09/atletico-madridli-alves.html

21 Kasım 2011 Pazartesi

bir ışık var ama...





























Son analizimiz üzerinden oldukça fazla zaman geçti. Şahsen her maç sonrası takım üzerine yorum yapmaktansa belli bir periyotta sırasıyla izlediğimiz maçların bende bıraktığı izlenimleri üzerine yazmayı daha doğru buluyorum. Bu nedenle son dönemde izlediğimiz Dinamo Kiev, Fenerbahçe, Gençlerbirliği ve Galatasaray maçlarına bakarak rahatlıkla söyleyebilirim ki takımın olumlu ve olumsuz yönleri artık bir karakter göstermeye başladı ve daha ölçümlenebilir oldu.

Elinizde Simao, Q7 ve Almeida gibi oyuncular var ve bunları gerek kalitelerinin size vaadettikleri gerekse taraftar ve kamuoyu baskısı nedeniyle oynatmak durumundasınız. Ne kadar doğru olduğu tartışılır ve hatta bir avantaj olduğu bile öne sürülebilir ama sanırım bu üç oyuncunun ilk onbirde oynama tercihi aslında diziliş ve oyuncu tercihleri konusunda hocanın işini oldukça kolaylaştırıyor. Sadece dün oynanan Galatasaray maçını düşünmeyelim, yukarıda belirttiğimiz dört maçı hatırlayarak bu konuyu biraz açalım.

Ernst-Necip-Fernandes bu takımda olduğu günden beri; bu üçlünün bariz form düşüklükleri ve sakatlıkları olmadığı dönemlerde banko ilk onbir oynamaları gerektiğini söylüyoruz. Bu üçlüyü son dönemlerde çeşitli sebeplerden ötürü bir arada göremedik (Necibin formsuzluğu nedeniyle Aurelio'nun tercih edilmesi ya da Fernandes'in disiplin problemi nedeniyle Veli'nin tercih edilmesi). Yerlerine oynayan oyuncular ellerinden geldiği kadar verimli olmaya çalıştılar bunu inkar edemeyiz ama eksik olan şeyler o kadar bariz ki formda bir şekilde bu üçlüyü bir araya getirmeye mecburuz!

Biraz da öndeki grubun defansif yetersizliği nedeniyle oynamasını savunduğumuz bu grubun yerine oynayanlarla elde edilen yeni şekli (Ernst-Veli-Aurelio) takım savunmasında şu ana kadar bariz bir şekilde sırıtmadı, hatta beklentimin üzerine çıktılar ve oldukça iyi bir performans gösterdiler. Hep şikayet ettiğimiz, defans ve ortasaha koordinasyonunu sağlayamayan, kerhen top kovalayan orta saha gitti, yerine çağdaş muadillerinin katkısı sağlamaya çalışan akıllı, kontrollü ve dengeli bir grup geldi. Fakat bu grubun çabaları daha önce bahsettiğimiz çok ağır yükün sadece defansif kısmında işe yaradı. Öndeki üçlü tabir ettiğimiz Portekiz tayfasının skor üretmedeki kronik sorununun, arkasındaki üçlünün ileri kat etmeleri, verkaçlarla rakip savunma bloğunu delmeleri ve uzaktan şutları ile çözüleceği artık daha da bariz bir şekilde önümüzde.
Sürekli kanatlara açılan, gerek çalımlarla adam eksiltip çizgiye inmeyi düşünen, gerek daha uzak mesafeden ortalarla Almeida'yı beslemeye çalışan Q7 ve Simao ikilisine orta üçlümüzden koşularla destek gelmediği sürece şu güzel ortamın meyvelerini almamız imkansız. Şu güzel ortamın derken kast ettiğimiz ise bir başka olumlu gelişme: beklerin oyuna katkısı.

Evet, yıllarca yakındığımız, uğruna besteler yaptığımız "bek sorunsalı" konusunda oldukça ilerleme kaydetmiş durumdayız. İsmail ve Hilbert oyunun iki yönünde de yıllardan beri göremediğimiz performanslar sergilemeye başladılar ve şu an öndeki üçlünün orta üçlüden destek alamadığı bu oyun yapısında en büyük destekçi durumundalar. Bu iki bek oyuncusunun eksiklerini bilmekle beraber onları geliştimeye çalışıp üzerlerinde ısrarla durup devamlı oynamalarını sağlamak teknik ekibin en büyük ödevlerinden biridir bence.

Sağlam stoperleri, ofans ve defansta katkı yapan bekleri, akıllı oynadıkları, kişisel ihtiraslardan sıyrıldıkları anda ölümcül olabilen ileri üçlüsüyle beraber takımın kalbi ve beyni olacak orta üçlüyü de bir araya getirebildiğimiz anda oldukça dengeli ve tehlikeli bir takım olacağımız aşikar ancak bu yapıya kavuşmamız için acilen çözmemiz gereken sorunlar var! Yazıyı sonlandırırken bunları değerlendirelim:

* Takımın fizik kalitesi sezon başından beri bir arpa boyu ilerleyemedi! Şu an Sivok-İsmail-Egemen-Hilbert dışında doksan dakikanın tamamında aynı performansı sergileyebilecek oyuncularımız yok. Maalesef Ernst dahil bir çok oyuncu ikinci yarının son çeyreğinden itibaren beyin ve ayak koordinasyonlarını bu fiziksel handikap nedeniyle kaybediyorlar ve Beşiktaş erken gol bulüp rahatlayamadığı bir çok maçta (Gençlerbirliği maçı hariç) oyunun son anlarında rakibi öldürecek posizyonlara giremiyor.

* Dün oyuna girdikten sonra çok kısa sürede yaptıklarıyla beni umutlandıran Necip sakatlık nedeniyle aramızda olamayacak ve bu ideal üçlümüze uzun bir süre daha ulaşamayacağız anlamına geliyor.

* Necip'in de yokluğuna bir de Fernandes'in durumu eklenirse takımda orta vadede hiç bir şey değişmeyecekmiş gibi gözüküyor. Maalesef bu konu hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değiliz, o nedenle Fernandes'in disiplin sorunları nedeniyle takıma alınmamasında Hoca'nın tutumunu değerlendiremiyoruz. Benim bildiğim tek bir şey var o da şu an bu adamı oynatmaya mecburuz. Beşiktaş tarihinde sorunlu oyuncular ve onların takıma kazandırılmaları hikayelerinden kitap yazılır. Birilerinin bunu Carvalhal'e anlatması lazım. Fernandes adam öldürmedi ya da Beşiktaş bayrağı yakmadı. Bu adamın suçu neyse cezası belirlensin, uygulansın ve artık takıma kazandırılsın. Son maçlardaki "duran top" facialarını gördükçe içim sızlıyor. Kornerlerde Simao hala akıl almaz işler yapıyor. Kanatlara yakın bir noktadan kullanılan duran topları kaleci antrenmanı modunda değerlendiriyoruz. Fernandes'in orta saha liderliği yanında bu vasıfları da düşünülünce kıymeti daha iyi anlaşılıyor.

* Bebe'nin uzun süreli yokluğu ve Edu ile Mehmet Akyüz'ün kalibreleri düşünülünce şu an elimizde Almeida ve Mustafa'dan başka ileri uç oyuncusu yok (Holosko'nun her bir hücresi bu pozisyonda oynamayı reddediyor). Mustafa benim inandığım bir oyuncu ama Romario seviyesinde bitiriciliği ya da Baba Ronaldo seviyesinde bir yeteneği olmadığı sürece Anadolu'dan gelen genç bir oyuncunun ilk sezonunda bu takımda kalıcı olabilmesinin tek bir yolu var: fiziksel mücadelenin dibine vurmak. Sadece son iki maça bakarak söylüyorum, Mustafa şu an kendinden beklenen diriliği ve mücadeleyi sahaya yansıtamıyor. Gençlerbirliği maçında kaçırdığı gibi kritik pozisyonları da kaçırmaya devam ederse Beşiktaş serüveni tehlikeye girer, daha da kötüsü kadromuzun hücumdaki alternatiflerini tüketir.

Tünelin sonunda bir ışık var gibi. Aralık ayında Maccabi deplasmanında alıncak bir üç puan bu ışığı iyice belirgin bir hale sokar. Şu ana kadar ligde yaşanılan puan kayıpları yeni oyuncağımız play-off sistemi düşünülünce çok kritik seviyelerde değil ve bu Carvalhal'in en büyük avantajı. Ancak yazının sonunda belirttiğimiz handikapları düzeltemediğimiz sürece bu takım yine iyi oynuyormuş gibi gözüktüğü maçlardan istediğini alamadan ayrılmaya devam edecek.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Efsane...





















Hakan Peker'den gelsin: bir efsaneydi senle beraber olmak...