Dilencilik müessesesi pek saygım olan bir müessese değil. Malum sokakta gördüğümüz dilencilerin bayağı büyük bir kısmı iş yapmaya haiz görünüp, sokakta oturup dilencilik yapmaktalar. Normal dilencilerden daha az haz ettiğim bir grup ise bizim "futbol dilencileri".
Eduardo Galeano denen adamcağız Gölgede ve Güneşte Futbol'u yazıp maçlarda iyi futbol dilenen karakteri yarattığında, Türkiye'de kendine entelektüel bir kıyafet geçirmek isteyen tayfanın yapacaklarından habersizdi. İletişim çağı doğduktan sonra ağzı biraz laf yapan her üniversite öğrencisi/mezunu, futbol gibi çocukluktan beri aşina olduğu basit bir olaya okuduğu/duyduğu üç beş lafı süsleyerek bilgili görünebilecekti. Ne de olsa atıp tutmak için binlerce sayfa Descartes, Nietzsche, Kant vs. okumaya gerek yoktu. 22 tane adam top oynuyor, etrafında büyük olmayan ama göze büyük görünen bir ekonomi kurulu (bununla ilgili bkz: Soccernomics - 4. chapter), ve bunlar üzerinden altı boş felsefe yapmak kolay.
Öyle ki, Kuper'in yazdığı Düşmana Karşı Futbol kitabının adı, yazarın koyduğu isme saygı duymak yerine, kitabın içinde geçen bir cümle ile çevrilmişti: Futbol asla sadece futbol değildir. Kendini futbol dilencisi olarak adlandıracak bir insan grubunun belki de ilk kuruluş adımıydı bu çeviri. Siz bilmiyorsunuz, aslında futbol asla futboldan ibaret değildir, biz size anlatacağız durumu vardı ortada.
Bir grup oluşurken hep önde gelen bir isim çıkarır. Dilenciler bir ara bu ismi Altan Tanrıkulu'nda aradılar, Yeni Yüzyıl'ın diğerlerinden farklı spor sayfaları hatrına, olmadı. Yiğiter Uluğ'da aradılar, o da olmadı. Sonra bir isim en azından Beşiktaşlı dilenciler arasında tuttu: Siyasal mezunu işadamı İbrahim Altınsay. 2000'li yılların başında görünümü genç, iki lafı bir araya getirebilen bir Beşiktaş yöneticisiydi. Yöneticiliği bıraktıktan sonra ulusal gazetelerde köşe yazmaya başladı. Baş dilenci olmak için doğru zamanda doğru yerdeydi. Türkiye'de (şu anda bir örneğini okumakta olduğunuz) futbol blogları sektörü 20li yaşlarındaki bir sürü kişinin dilencilikte en ön sırayı almaya çalışmasıyla patladı, ve bu sırada Altınsay idolleştirildi, eğer takım tutma konusu olmasa eminim her bir dilenci için baş dilenci haline gelecekti.
Beşiktaşlı dilenciler, her seçim öncesi baş dilenci başkan olsun diye ortalığı velveleye verdiyseler de bir sonuç çıkmadı. Altınsay neyi yönetmiş başarılı olmuştu da Beşiktaş'a başkan olmaya diğerlerinden daha haizdi o belli değildi hiç. "Adam güzel konuşuyor abi, futbol asla sadee futbol değildir" argümanından öte bir şey yoktu piyasada. Baş dilenci - herhalde dilenciliğe yakışmıyor olduğundan olsa gerek - hiç adaylığını da koymadı.
Gel gelelim 2012 geldi, Beşiktaş'ta başkan değişti. Fikret Orman, neredeyse ilk işlerden biri olarak, kimbilir kimlerin gazına geldi, Altınsay'ı tuttu Futbol Komitesine fahri üye yaptı. Görev tanımı nedir, ne yer ne içer bilinmedi pek. Eh, ben az çok kestiriyordum baş dilenciyi. Yan dilenciler gazı verdikçe, kendine Beşiktaş kongresinin ona vermediği bir görevde şımardıkça şımaracak, arıza çıkaracaktı. Ama itiraf edeyim, bu kadar erkenini beklemiyordum. "Son olarak teknik direktör konusunda bilgim ve onayım dışında adımlar atılınca görevde kalmama artık gerek duyulmadığını anladım." dedi ve gitti. Onayı alınmamış fahri komite üyesinin, vay be. Beyefendi dışardan teveccüh gösterilip atanmasına rağmen, yıllardır yan dilencilerin verdiği gazla kendini başkan sanıp dediği olmayınca istifa etti anlayacağınız.
İstifa etmesinin bu kadar net tek sebebi olduğu ise bugün ortaya çıktı, istediği teknik direktörün gelmemesi. O ismi ise bilmeyen yok, Louis van Gaal. Bu futbol dilencileri, yıllardır bu teknik direktörleri bir halt sanarlar. En büyük haltlardan sandıkları Guus Hiddink ilk Türkiye'ye geldiğinde bloglarda dilenciler total futbol şarabıyla kendilerini sarhoş edip zafer şarkıları söylüyorlardı. "Bu futbolcularla ne olacak, Guus Hiddink ne yapacak" soruma verilen cevap neredeyse kendileri bile doğmadan PSV'de aldığı Şampiyonlar Ligi, bir de nasıl olduğunu herkesin bildiği Kore'yle Dünya 4. lüğü'ydü. Türkiye rezalet bir futbolla Euro 2012'ye kalamazken, dilenciler her maçın muhteşem taktiğini incelediler. Hiddink Hırvatistan maçında kulübeden çıkıp bir müdahale bile yapmadı. Vergimizi yedi. Gitti.
Yanlış anlaşılmasın, adamların kazandığı başarıya bok atmak bana azıcık bile düşmez. Ama başarılı olup olamayacaklarının benim gözümde belli bir ölçüsü vardır, onun da adı tek bir cümlede saklıdır: Futbol iyi futbolcularla oynanır -- ekranlarda çokça duyduğumuz ama nedense kimsenin sallamadığı bir laftır. Kafası çalışmayan çalışanların başında muhteşem bir müdür olunca iyi bir ürün beklemeyen insanlar, ne oynadığı belli olmayan futbolcuların başına bu hocaları getirerek iyi futbol göreceklerini sanıyor. Tabii bu dediğime itiraz belli. Aman da van Gaal (yahut x hoca) gençlere önem verir, Beşiktaş'a futbolcular kazandırır. Kimse Beşiktaş'a falan filan futbolcu kazandıramaz. van Gaal'in çocukları görmeye başladığı yaşta (taş çatlasın 16) o çocuğun ne oynayıp ne oynamayacağı belli olmuştur. O yaştan sonra taktik anlayış yüklenince bir çentik atar değeri ama o kadar. Messi 10 yaşında videolarını açıp internetten izlemeyi biliyorsunuz ama bunu akıl edemiyor musunuz? Tabii ki ediyorsunuz da işinize gelmiyor, onu itiraf etseniz La Masia dilenciliğiniz bitiyor. Zaten La Masia dilenciliğiniz ne Cannes'dan Zidane'ın, Brezilya'nın köy takımlarından Ronaldo'nun çıkmasını, ne aynı La Masia'dan çıkan oyuncuların neden Barcelona'da bir şey yapamazken bir anda altın bir nesil çıkmasını, ne de İspanya'dan aynı dönemde çıkan Rafael Nadal, Fernando Alonso, Basketbol Milli Takımı'nı açıklıyor. Şu kadroyla Iniesta Inter'de, Sneijder Barcelona'da oynuyor olsaydı hangisine methiyeler düzüyor olurdunuz sorusu beyninizi kemiriyor.
Beşiktaş'ın kadroda tutmak isteyeceği yıldızları ve diğer oyuncuları disiplin ile bir kadro düzenine sokup oynatacak bir hoca lazım elbet. Peki bunun adı Eriksson olunca ne oluyor? Avrupa'ya bile gidemeyecek Beşiktaş'ın milyonlarca Euro'su cebinde kalınca Beşiktaş küme mi düşüyor? Eriksson'a bir değer atfettiğimden değil de AZ yılları hariç hayatı boyunca sadece en en üst düzey kadroları çalıştırıp hepsinden de kovulmuş bir teknik direktörün Beşiktaş için nesi fazla Eriksson'dan anlayamıyorum.
- Bu da gencecik oyuncularla günümüz endüstriyel futbol ortamında ismi ‘Büyük’ olarak anılan bir takım için zor, meşakkatli ama gerçekten denenmeye değer bir çabaydı. Düşünsenize genç ama pırıltılı yeteneklerle farklı bir tarih yazılabilirdi.
Hangi genç ama pırıltılı yetenekler bunlar, kimden bahsediyorsun?
- Nihat Kahveci için sarf ettiği ve bence bu büyük futbol emekçisinin hiç de hak etmediği sözlerini izledik.
Büyük futbol emekçisi Nihat Kahveci. Dilencinin bu lafını odama poster yapmayı düşünüyorum.
- Futbola ilişkin ahlaki yaklaşımlarım doğrudur yanlıştır bilemem ama ‘Orman yönetimi’ her şeyden ‘FEDA’ edip Biliç için kesenin ağzını açsaydı önümüzdeki sezon için gönül hanemdeki öncelikli takım Beşiktaş olurdu.
Sizin dilenciliğiniz tatmin olacak diye iflasın eşiğindeki Beşiktaş daha da borçlanacak öyle mi?
- “Sağ olsun Beşiktaşının Samet Aybaba tercihi gündemi değiştirdi, maçlara yer kalmadı” dedim. İbrahim’in cevabını aynen naklediyorum: “İstersen ağzımdan yaz, bu durumu gördükten sonra Eriksson’a bile razıydım diyorum.”
Daha alacağım kısımlar vardı ama buna söyleyeceklerimi söyleyip bitirmek istiyorum. Eriksson'a bile razıydım diyip şov yapıyorsun ya baş dilenci, yöneticilik senin gibi dışardan gelip istemediği olunca istifa etmek değil, başka faktörleri göz önüne alıp seninle aynı fikirde olmayanlarla ortak paydaya gelmektir. Madem ki Samet yerine Eriksson'a razıydın, ortalığı velveleye verip Eriksson aleyhinde kamuoyu oluşturtmayacaktın. Beşiktaş'ta sana tepeden inme bahşedilmiş bir yönetim makamını şov kürsüsüne çevirmeyecektin.
Yan dilenci sana da bir lafım var, hani espri olsun diye Samet tercihi gündemi değiştirdi, Euro 2012 maçlarına yer kalmadı demişsin ya. Hangi gündemi kim değiştirdi biliyor musun geçen hafta?
Beşiktaş Basketbol takımının tarihi şampiyonluğu gündemini baş dilenci mentörün değiştirdi.
Mutlusunuzdur inşallah, şimdi siktirin gidin St. Pauli stadında futbol dilenin. Beşiktaş'ı da onun için sahada ve dışarıda çırpınanlara bırakın, akıl vermeyin huzur verin.