10 Aralık 2012 Pazartesi

Manevi Evlat!


















Eskişehir maçı bir kez daha gösterdi ki İbrahim Toraman stoper oynadığı zaman takım geriden organize olma konusunda çok zorlanıyor. Gerek kaleciden top almada gönülsüz oluşu, gerek top ayağındayken yerden kısa ve isabetli paslarla oyun kurmak yerine mancınık gibi topu ileri şişirme sevdasından, bu sezon şekillenen Beşiktaş'ta mecbur kalınmadıkça stoperde kullanılmamalı. Defansın önünde oynamasından da pek yana değilim zira çevre kontrolü ve top kullanma becerileri sınırlı ancak son maçta iyice ikna oldum ki kendisi kesinlikle stoper pozisyonunda daha zararlı!

Şimdi gelelim esas meseleye, yani Escude meselesine. Ersan'ın cezalı olduğu ve Veli'nin çok formsuz olduğu bir dönemde, Escude'yi stoperde kullanmak gibi basit bir formül varken neden bi tarafımızdan çözümler sıkıp Toraman'ı stoperde kullanıp defans önüne Veli'yi yerleştiriyoruz?

Bu sorunun cevabını arayan başkaları da olmuş zira Güntekin Onay'da benzer düşünceler içinde:

"Futbolcuların kariyeri tabii ki önemlidir. Ama geçmiş her şeyi yansıtmaz. Bunu da kabul ediyorum. 6 yıl boyuncu Sevilla'da Escude'yi izledim. Ama hiçbir zaman "Bu ne iyi bir stoper" demedim. Fakat tecrübeli, tekniği düzgün iyi bir oyuncuydu. Sevilla bu 6 yılında 5'inde ilk 4'e oynadı. Avrupa'da iki tane final oynadı. İspanya Kral Kupası'nda finaller oynadı. Escude, Ronaldo, Messi, Aguero ve Forlan gibi dünya çapındaki forvetlere karşı oynamış bir oyuncu. Bu oyuncu Beşiktaş'ta Ersan Gülüm cezalıyken bile oynayamayacak adam değil. Bu işin arkasında ne var? Sakat mı, isteksiz mi, Samet hoca niye oynatmıyor? Bununla ilgili mantıklı bir açıklama bekliyorum. Escude, boş adam değil. Ujfalusi ile birlikte Türkiye'deki en kariyerli stoper oyuncu Escude. Kariyer olarak Yobo'nun önünde bir oyuncu. Fransa Milli Takımı'nda ve Sevilla gibi uluslararası bir kulüpte oynamış. Niye oynamıyor? Fizik olarak hazır değil diyorlar ama Aralık ayı geldi. Hala niye hazır değil? Escude, öyle kenara atılacak bir oyuncu değil." 


Evet son derece haklı bir kıyaslama ve mantıklı sorular ancak bilmediği şu ki Toraman, hocamızın manevi evladı! Ben artık başka bir açıklamasını bulamıyorum bu sevdanın. Kendisi tribünlerin "Bu sevdadan vazgeçersek, Allah belamızı versin" sloganından etkilemiş olacak sanırım kesinlikle vazgeçmiyor! Ersan sakat, Veli formsuz ama yine de içinde Toraman olan bir çözüm üretiliyor! Senin bu gibi durumlar için aldığın ve doğru düzgün şans vermediğin bu adam bu maçta oynamayacak da ne zaman oynayacak? Allah Toraman'a zeval vermesin!!



10 Ekim 2012 Çarşamba

Bu işte bir yanlışlık var.
























Sezonun yedinci haftası sonunda on altıncı sırada yer alan Akhisar Belediye spordan sadece iki puan fazla toplamış olmak ya da Kadıköy deplasmanından eli boş dönmek zerre umrumda olmazdı birazcık ışık görebilseydik. Bu seneye ve hatta önümüzdeki senelere sportif başarıdan çok mali başarı sloganıyla çıktık ve kendi adıma bu şiardan şaştığım söylenemez. Evet elbette üst üste gelen kötü skorlar sonrası "sevinmek için sevenler" ya da quaresmasporcular yaygara koparabilir ama ortada bazı şeylerin çok yanlış cereyan ettiğini görmemenin ve buna tepki göstermemenin imkanı yok.

Bana göre bazı konularda Siyah ya da Beyaz kadar net kararlar verip, yolunu belirleyip o yoldan sapmadan yürümek gerekir. Bu noktada grilere yer yoktur, ya siyahı ya beyazı seçersin, ikisini birbirine karıştırdığın zaman griler ortaya çıkar ki onları gördükçe en başta veremediğin karar aklına gelir ve hep acaba siyah mı yoksa beyaz mı demeliydim ikilemini yaşamaya devam edersin.


Biz başta Siyah dedik, maliyetli oyuncularla yolları ayırıp öze dönecektik ve kısa vadede sportif başarı vadetmese de mücadeleci ve öğrenerek, gelişerek yürüyecek geleceğin takımının temellerini atacaktık. Sonra Siyah çok koyu geldi, biraz da Beyaz olsun diyerek bazı işler, transferler yapmaya çalıştık-yaptık ve o noktada grilere bulaştık.


Hiç ihtiyacımız yokken (yedinci hafta itibari ile bu ispatlanmıştır maalesef), yabancı bir kaleci ve zorla kendisine yer açmaya çalışılan bir stoper aldık. Kişiliksiz bir çocuğa kurtarıcı gibi kucak açtık. Şimdi de daha kötüsü kulislerde Q7 affedildi söylentileri dolaşıyor ki gerçek olmayacağını umuyorum. Oysa bizi heyecanlandıran, uzun bir aradan sonra tekrar maç sabahı kalbimizin çarpmasına neden olan doğruyu bulacağımız umudu değil miydi? Gelecek gördüğümüz, beklentimiz olan oyuncuların üzerine inşa edilen, düşe kalka ama hiç vazgeçmeden savaşarak var olmaya çalışacak bir takım olacaktık. Bu kahır senelerinde böyle teselli olup bu oyuncuların her maç şans buldukça yavaş yavaş olgunlaşmalarına tanık olup sevinmeyecek miydik? 


Burada karşımıza ufak hesaplar ve ego çatışmaları çıktı yine. İlk önce Roland Koch'un anlamsız gidişini izledik. Koşarak, rakibini bozarak toplam yetenek eksikliğini kapatmaya çalışarak var olma şansı olan takım 3 gün önce maç yapmış rakibinden daha az koşar oldu. Acaba teknik ekip bu durumu nasıl açıklayacak çok merak ediyorum. Koch'un eksikliğini hissedip pişman olan var mıdır?


Manevi evlatlar Toraman ve Uğur Boral'a yer açma çalışmaları ise sıkıntının bir diğer boyutu. Ben burada Toraman konuşmaktan sıkıldım ama kendisi ayağına gelen topları ileri şişirmekten sıkılmadı. Dönen topları toplamakta sıkıntı yaşayan takıma bir darbe de içeriden, Toramandan geliyor ve kimse bu işe dur demiyor.

Uğur Boral meselesi ise çok acı devam ediyor. İsmail'in sakatlığı devam ederken o bölge için düşünülüp alınan oyuncu hazırlık dönemi ve sezonun ilk maçı itibariyle o mevkide yapamayacağını göstermişti ancak biz ne yaptık? Elimizdeki hazır oyuncuyu (Emre Özkan) takas teklifini reddediyor diye kadro dışı bıraktık. Şu an Escude, Ersan ve Uğur dahil bu takımın devşirme olmayan tek oyuncusu o ve takımdan ayrı çalıştırılmak mecburiyetinde.

Fikret Orman yönetimi bir şeyler yapmaya çalışıyor bu belli ve daha önce de belirttiğim gibi sonuçlar ne olursa olsun ben Fikret Orman'ı sene sonuna kadar destekleyeceğim. Doğan grubu ve IMG ile kurulan birliktelik bizim en acil ihtiyacımız olan stad konusunda atılmış yerinde bir adım. Stad sorunun çözülmesi için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerine eminim. En azından bu sorunun en büyük sorunumuz olduğunu idrak etmeleri ve mesailerinin büyük bölümünü bu işe 
harcamaları güzel. 

Ancak diğer yanda, camianın neredeyse tamamının sonucunu beklediği lanetli sekiz senenin hesabının sorulması konusunda bir gelişme yok. Ortada hala denetim raporundan bir iz de yok!

Sportif olarak bu senenin nasıl şekilleneceği, mevcut teknik kadronun kapasitesi ile orantılı takımın düşe kalka kör topal ilerleyeceği aşikar. Açıkcası teknik ekibin yapacağı fahiş hatalar dışında yenilmişiz yenmişiz bu sene benim umrumda değil. Tek dileğim; beklentinin böyle düşük olduğu ve insanların tolerans eşiklerinin bu kadar üste çekildiği bir senede saha dışındaki mevzularda yapılabilecek en fazla katkıyı yapmak ve maddi sıkıntıların aşılmasına katkı sağlayabilecek en ufak ayrıntının bile üzerine gidilmesini başarmak.

Önümüzde milli maç arası var ve takımımız Antalyada kısa bir kamp dönemine girecek. Burada inşallah sorumlular gerekli tespitleri yapar ve saha içini biraz daha güzel kılabilecek önlemler üzerine çalışırlar. Benden bir öneri; Emre Özkan kadroya geri çağrılsa ve Uğur Boral eksenli sorunların çözümünde büyük mesafe alsak fena mı olur Samet Hoca?


17 Ağustos 2012 Cuma

Vira Bismillah!






























Öncelikle; malum Havutçu ve Adalı meselesinin üzerimize serdiği ölü toprağından hala kurtulamadığımızı ve birçok arkadaşımızın sevgili Beşiktaşımızdan elini eteğini çektiğini görmenin verdiği üzüntüyü belirtmek istiyorum. Kabuslarla dolu geçen 8 senenin ardından ileriye umutla bakma şansını bulabileceğimiz bu sezonda bile yine bir burukluk ve tatsızlık var. Bu yazıda bunların hiç birine girmek istemiyorum çünkü söylemek istediğim çok şey var ve bunları yazarken bile üzüleceğimi biliyorum. Aynı zamanda uzun yazılarıma gelen şikayetleri de değerlendirip o işi ileriki bir tarihe ertelemek istiyorum (merakla beklenen "denetim raporu"nun açıklanacağı Eylül ayına).

Evet; bu yazıda Demirören, Havutçu, Adalı, Enkaz, Feda, Vefa, Quaresma kelimelerine yer yok! Bu yazı kalbi hala BeşiktAŞK ile dolu bendenizin en son 8 sene önce yaşadığı sezon açılışı heyecanını yeniden tatması şerefine geliyor! 

Büyük bir sürpriz olmazsa 2012-2013 sezonu için kadromuz şekillendi ve her ne kadar kabullenmesek de takım Samet Hoca ile hazırlıklarını tamamladı. Samet Aybaba ve ekibi Roland Koch'u göndererek ve yerine muadil bir kişiyi koymayarak büyük hata ile başladılar sezona. Sonrasında ard arda gelen transfer hamleleri ve kamplarda çok düşük kalibreli takımlarla yapılan hazırlık maçları ile gündemler değişti. 

Transferler üzerine söylenecek çok söz var ve bunlar doğru yanlış defalarca farklı mecralarda dile getirildi;

- Avrupa'da yer almayacağın, Cenk ve Beşiktaş için tamam mı devam mı senesinde yabancı bir kaleci gerekli mi?
- Avrupa'da yer almayan ve maddi darboğazda olan; Sivok-Toraman-Ersan-Atınç-Berat beşlisine sahip ve gençleşme politikası güden takım Escude'yi alır mı?
- Bütün hücum planı Fernandes üzerinden şekilleneceği bariz olan takımda onun alternatifi için transfer yapılmalı mıydı?
- Ücretinde yapılan indirime rağmen hala görece yüksek maaşlı, ana hücum planında yer bulamayacak Holosko'nun takımda kalması doğru mu?

Bu soruların benim nezdimdeki cevapları çok net, sizler de defalarca aklınızdan geçirdiniz eminim ve burada bunları irdeleyecek değilim. Sadece bu noktaların ileride dönüp bakmamız açısında bu yazıda yer almasını istiyorum.

Şimdi yavaş yavaş gelelim asıl meselemize; mevcut kadro yapısının bu pazar oynayacağımız belalı İBB maçıyla başlayan sezonda nasıl kullanılacağı. Bu tartışmayı yaparken 3 adet şablon kullanıyorum. İlk iki diziliş, hazırlık döneminde Samet Hoca'nın kafasındaki senaryolar. Son diziliş ise benim doğrularıma göre sahaya sürmemiz gereken ideal 11. Hazırlık döneminde tamamını izlediğim iki maçımız var ki bunlar da şu ana kadar oynadığımız en ciddi iki ekip; Man.City ve Kayserispor. Bu maçlardaki hava ve medyadan takip ettiğim Samet Hoca icraatları neticesinde iki alternatif üzerinde duruluyor gibi geliyor bana.




İlk şablonda gördüğünüz dizilişte büyük sıkıntılar var ama bence en büyüğü Toraman'ın daha önce defalarca denenip her seferinde de olumsuzluğu ispatlanan pozisyonu. Samet Hoca kendisinin defansif meziyetlerinden orada faydalanmak isteyecek. Bunun sebepleri net; Sivok-Escude ikilisine daha çok güveniyor ve Fernandes'i hücumun en kritik oyuncusu olarak görüyor. Dizilişteki diğer sıkıntılar Uğur Boral'ın sol bek performansı ve Veli'nin yerlerde sürünen ofansif katkısı.




İkinci şablon belki de ilkinden de riskli, burada yine Toraman'ın beceremediği bir pozisyon neticesinde iyi olduğu pozisyondan kaydırılmış bir oyuncu görüyoruz: Hilbert. Zamanında Stuttgart'ta ve geçen sezon Beşiktaş'ta bu adamın en verimli yerinin sağ bek olduğunu biliyoruz. Üstteki pozisyonunda başarılı olacak kadar ofansif meziyeti olmayan bu arkadaşımız, disiplinli savunma anlayışı ve bek ortalamasında ofansif katkısı ile bize uzun zamandır izlemediğimiz sağ bek katkısını bahşetmişti. Pişmiş aşa su katmanın manası yok! Buradaki diğer sıkıntılar yine Uğur Boral'ın pozisyonu ve takımın beyni konumundaki Veli'nin kapasitesi. Baskı altında topu ne kadar iyi kullandığını hepimiz biliyoruz!

Benim izlenimlerim Samet Hoca'nın kafasında yukarıdaki şablonlar doğrultusunda planlar olduğu. Bu iki sorunlu sistemin merkezinde ise Toraman'a yer bulma çabasının yattığını görüyoruz. Aslen stoper olan ve defalarca başka mevkiide oynayamadığını ifade eden bu arkadaşa ilk 11'de yer bulma adına diziliş katliamı yapabilir Samet Hoca. Uğur Boral ve Veli'ye yüklenen aşırı anlamlar da yine bizi sıkıntıya sokacak diğer unsurlar.




Bu son şablonda ise benim önerimi görüyoruz: Sol Bekte sürpriz isim Emre Özkan. Uğur Boral gibi devşirme değil, gerçek bir sol bek. Ofansif olarak yeterli değil kabul ama 2009/2010 sezonunda TFF 1.lig'de Orduspor ile 27 maça çıkan, geçen sezon da 18 maç ile yeteri kadar Süper Lig tecrübesi edinen bu çocuğa şans vermenin tam sırası. Boyu 1.82 ve fiziği genel anlamda İsmail'den daha iyi.

Uğur Boral'ı ise Emre'nin önünde kullanmak daha akıllıca geliyor bana. Eski formundan performanslar sergilerse delici kanat oyuncusu olarak sol tarafta katkısı büyük olur.

Sağda Hilbert ve Olcay ikilisi belki de en dengeli birliktelik olacak. Olcay hiç bir şeyi harika yapamayan ama her şeyden biraz becerebilen bir adam ve hazırlık maçlarında en çok öne çıkan isimlerden. Hilbert ile uyumu şimdiden yakaladı ve hem ofansif hem defansif katkı verebilecek bir isim.

Gelelim dananın kuyruğunun kopacağı noktaya; merkeze. Takımın en iyi oyuncusuna en zor görevi vermek zorundayız. Fernandes; futbolu bilen iki stoperden alacağı toplarla oyunu kurabilecek, baskı altına sorumluluk alabilen ve sürpriz driplingler ile rakibi delebilen yegane isim. Onun yeriyle oynamak büyük risk. 

Risk demişken belki de en büyük sürpriz Oğuzhan Özyakup'a gelelim. Arsenal sempatizanı olduğumdan kelli zamanında bir kaç rezerv lig maçı izlemişliğim var hatta bir tanesi Chelsea'ye karşı oynadıklarıydı. O zamandan beri beğendiğim Oğuzhan hazırlık döneminde beklenilenden üstün bir performans sundu. Aslında çocuk tam bir Fernandes olabilir ve ideal yeri de orası. Akıllı, temiz oynuyor, sakin ve baskı altında bir kaç hamle önceden kurguladığı plana göre top dağıtıyor. Özellikle kornerleri çok etkili kullabiliyor. Arsenal'de onlarca Fasbregas adayından biriydi ama olmadı ve şu an burada. Bence bu riske edilebilecek sezonda geleceğe dair en büyük kazanç bu çocuk olabilir ve kesinlikle Muhammet Demirci'den daha çok şans bulmalı.

İlk maçtan sonra Samet Hoca'nın planlarını görüp tekrar yazmak istiyorum ve şimdilik burada yazıyı noktalıyorum. Başarılar Beşiktaş!

20 Haziran 2012 Çarşamba

Hesap Sor






























Sayın Başkan, Beşiktaş'ı batıranlardan hesap sormazsanız "Feda"nın hiçbir anlamı kalmaz.

Hesap sorun. Derhal, şimdi...

19 Haziran 2012 Salı

Baş dilenci razı olsun

Dilencilik müessesesi pek saygım olan bir müessese değil. Malum sokakta gördüğümüz dilencilerin bayağı büyük bir kısmı iş yapmaya haiz görünüp, sokakta oturup dilencilik yapmaktalar. Normal dilencilerden daha az haz ettiğim bir grup ise bizim "futbol dilencileri".

Eduardo Galeano denen adamcağız Gölgede ve Güneşte Futbol'u yazıp maçlarda iyi futbol dilenen karakteri yarattığında, Türkiye'de kendine entelektüel bir kıyafet geçirmek isteyen tayfanın yapacaklarından habersizdi. İletişim çağı doğduktan sonra ağzı biraz laf yapan her üniversite öğrencisi/mezunu, futbol gibi çocukluktan beri aşina olduğu basit bir olaya okuduğu/duyduğu üç beş lafı süsleyerek bilgili görünebilecekti. Ne de olsa atıp tutmak için binlerce sayfa Descartes, Nietzsche, Kant vs. okumaya gerek yoktu. 22 tane adam top oynuyor, etrafında büyük olmayan ama göze büyük görünen bir ekonomi kurulu (bununla ilgili bkz: Soccernomics - 4. chapter), ve bunlar üzerinden altı boş felsefe yapmak kolay. 

Öyle ki, Kuper'in yazdığı Düşmana Karşı Futbol kitabının adı, yazarın koyduğu isme saygı duymak yerine, kitabın içinde geçen bir cümle ile çevrilmişti: Futbol asla sadece futbol değildir. Kendini futbol dilencisi olarak adlandıracak bir insan grubunun belki de ilk kuruluş adımıydı bu çeviri. Siz bilmiyorsunuz, aslında futbol asla futboldan ibaret değildir, biz size anlatacağız durumu vardı ortada.

Bir grup oluşurken hep önde gelen bir isim çıkarır. Dilenciler bir ara bu ismi Altan Tanrıkulu'nda aradılar, Yeni Yüzyıl'ın diğerlerinden farklı spor sayfaları hatrına, olmadı. Yiğiter Uluğ'da aradılar, o da olmadı. Sonra bir isim en azından Beşiktaşlı dilenciler arasında tuttu: Siyasal mezunu işadamı İbrahim Altınsay. 2000'li yılların başında görünümü genç, iki lafı bir araya getirebilen bir Beşiktaş yöneticisiydi. Yöneticiliği bıraktıktan sonra ulusal gazetelerde köşe yazmaya başladı. Baş dilenci olmak için doğru zamanda doğru yerdeydi. Türkiye'de (şu anda bir örneğini okumakta olduğunuz) futbol blogları sektörü 20li yaşlarındaki bir sürü kişinin dilencilikte en ön sırayı almaya çalışmasıyla patladı, ve bu sırada Altınsay idolleştirildi, eğer takım tutma konusu olmasa eminim her bir dilenci için baş dilenci haline gelecekti.

Beşiktaşlı dilenciler, her seçim öncesi baş dilenci başkan olsun diye ortalığı velveleye verdiyseler de bir sonuç çıkmadı. Altınsay neyi yönetmiş başarılı olmuştu da Beşiktaş'a başkan olmaya diğerlerinden daha haizdi o belli değildi hiç. "Adam güzel konuşuyor abi, futbol asla sadee futbol değildir" argümanından öte bir şey yoktu piyasada. Baş dilenci - herhalde dilenciliğe yakışmıyor olduğundan olsa gerek - hiç adaylığını da koymadı.

Gel gelelim 2012 geldi, Beşiktaş'ta başkan değişti. Fikret Orman, neredeyse ilk işlerden biri olarak, kimbilir kimlerin gazına geldi, Altınsay'ı tuttu Futbol Komitesine fahri üye yaptı. Görev tanımı nedir, ne yer ne içer bilinmedi pek. Eh, ben az çok kestiriyordum baş dilenciyi. Yan dilenciler gazı verdikçe, kendine Beşiktaş kongresinin ona vermediği bir görevde şımardıkça şımaracak, arıza çıkaracaktı. Ama itiraf edeyim, bu kadar erkenini beklemiyordum. "Son olarak teknik direktör konusunda bilgim ve onayım dışında adımlar atılınca görevde kalmama artık gerek duyulmadığını anladım." dedi ve gitti. Onayı alınmamış fahri komite üyesinin, vay be. Beyefendi dışardan teveccüh gösterilip atanmasına rağmen, yıllardır yan dilencilerin verdiği gazla kendini başkan sanıp dediği olmayınca istifa etti anlayacağınız.

İstifa etmesinin bu kadar net tek sebebi olduğu ise bugün ortaya çıktı, istediği teknik direktörün gelmemesi. O ismi ise bilmeyen yok, Louis van Gaal. Bu futbol dilencileri, yıllardır bu teknik direktörleri bir halt sanarlar. En büyük haltlardan sandıkları Guus Hiddink ilk Türkiye'ye geldiğinde bloglarda dilenciler total futbol şarabıyla kendilerini sarhoş edip zafer şarkıları söylüyorlardı. "Bu futbolcularla ne olacak, Guus Hiddink ne yapacak" soruma verilen cevap neredeyse kendileri bile doğmadan PSV'de aldığı Şampiyonlar Ligi, bir de nasıl olduğunu herkesin bildiği Kore'yle Dünya 4. lüğü'ydü. Türkiye rezalet bir futbolla Euro 2012'ye kalamazken, dilenciler her maçın muhteşem  taktiğini incelediler. Hiddink Hırvatistan maçında kulübeden çıkıp bir müdahale bile yapmadı. Vergimizi yedi. Gitti.

Yanlış anlaşılmasın, adamların kazandığı başarıya bok atmak bana azıcık bile düşmez. Ama başarılı olup olamayacaklarının benim gözümde belli bir ölçüsü vardır, onun da adı tek bir cümlede saklıdır: Futbol iyi futbolcularla oynanır -- ekranlarda çokça duyduğumuz ama nedense kimsenin sallamadığı bir laftır. Kafası çalışmayan çalışanların başında muhteşem bir müdür olunca iyi bir ürün beklemeyen insanlar, ne oynadığı belli olmayan futbolcuların başına bu hocaları getirerek iyi futbol göreceklerini sanıyor. Tabii bu dediğime itiraz belli. Aman da van Gaal (yahut x hoca) gençlere önem verir, Beşiktaş'a futbolcular kazandırır. Kimse Beşiktaş'a falan filan futbolcu kazandıramaz. van Gaal'in çocukları görmeye başladığı yaşta (taş çatlasın 16) o çocuğun ne oynayıp ne oynamayacağı belli olmuştur. O yaştan sonra taktik anlayış yüklenince bir çentik atar değeri ama o kadar. Messi 10 yaşında videolarını açıp internetten izlemeyi biliyorsunuz ama bunu akıl edemiyor musunuz? Tabii ki ediyorsunuz da işinize gelmiyor, onu itiraf etseniz La Masia dilenciliğiniz bitiyor. Zaten La Masia dilenciliğiniz ne Cannes'dan Zidane'ın, Brezilya'nın köy takımlarından Ronaldo'nun çıkmasını, ne aynı La Masia'dan çıkan oyuncuların neden Barcelona'da bir şey yapamazken bir anda altın bir nesil çıkmasını, ne de İspanya'dan aynı dönemde çıkan Rafael Nadal, Fernando Alonso, Basketbol Milli Takımı'nı açıklıyor. Şu kadroyla Iniesta Inter'de, Sneijder Barcelona'da oynuyor olsaydı hangisine methiyeler düzüyor olurdunuz sorusu beyninizi kemiriyor.

Beşiktaş'ın kadroda tutmak isteyeceği yıldızları ve diğer oyuncuları disiplin ile bir kadro düzenine sokup oynatacak bir hoca lazım elbet. Peki bunun adı Eriksson olunca ne oluyor? Avrupa'ya bile gidemeyecek Beşiktaş'ın milyonlarca Euro'su cebinde kalınca Beşiktaş küme mi düşüyor? Eriksson'a bir değer atfettiğimden değil de AZ yılları hariç hayatı boyunca sadece en en üst düzey kadroları çalıştırıp hepsinden de kovulmuş bir teknik direktörün Beşiktaş için nesi fazla Eriksson'dan anlayamıyorum.

Biz de döndük dolaştık kaldık Samet Aybaba'ya böylece. Bu yazı için beni tahrik eden yazı ise buna istinaden bir başlıkla çıkmış bugün Radikal'de : Samet Aybaba tercihine İbrahim Altınsay yorumu: Bu durumu gördükten sonra Eriksson'a bile razıydım diyorum. Yan dilencilerden biri öyle bir yazı yazmış ki, neler var neler:

  • Bu da gencecik oyuncularla günümüz endüstriyel futbol ortamında ismi ‘Büyük’ olarak anılan bir takım için zor, meşakkatli ama gerçekten denenmeye değer bir çabaydı. Düşünsenize genç ama pırıltılı yeteneklerle farklı bir tarih yazılabilirdi. 
          Hangi genç ama pırıltılı yetenekler bunlar, kimden bahsediyorsun?

  • Nihat Kahveci için sarf ettiği ve bence bu büyük futbol emekçisinin hiç de hak etmediği sözlerini izledik. 
          Büyük futbol emekçisi Nihat Kahveci. Dilencinin bu lafını odama poster yapmayı düşünüyorum.

  • Futbola ilişkin ahlaki yaklaşımlarım doğrudur yanlıştır bilemem ama ‘Orman yönetimi’ her şeyden ‘FEDA’ edip Biliç için kesenin ağzını açsaydı önümüzdeki sezon için gönül hanemdeki öncelikli takım Beşiktaş olurdu. 
         Sizin dilenciliğiniz tatmin olacak diye iflasın eşiğindeki Beşiktaş daha da borçlanacak öyle mi?

  • “Sağ olsun Beşiktaşının Samet Aybaba tercihi gündemi değiştirdi, maçlara yer kalmadı” dedim. İbrahim’in cevabını aynen naklediyorum: “İstersen ağzımdan yaz, bu durumu gördükten sonra Eriksson’a bile razıydım diyorum.” 

Daha alacağım kısımlar vardı ama buna söyleyeceklerimi söyleyip bitirmek istiyorum. Eriksson'a bile razıydım diyip şov yapıyorsun ya baş dilenci, yöneticilik senin gibi dışardan gelip istemediği olunca istifa etmek değil, başka faktörleri göz önüne alıp seninle aynı fikirde olmayanlarla ortak paydaya gelmektir. Madem ki Samet yerine Eriksson'a razıydın, ortalığı velveleye verip Eriksson aleyhinde kamuoyu oluşturtmayacaktın. Beşiktaş'ta sana tepeden inme bahşedilmiş bir yönetim makamını şov kürsüsüne çevirmeyecektin.

Yan dilenci sana da bir lafım var, hani espri olsun diye Samet tercihi gündemi değiştirdi, Euro 2012 maçlarına yer kalmadı demişsin ya. Hangi gündemi kim değiştirdi biliyor musun geçen hafta? 

Beşiktaş Basketbol takımının tarihi şampiyonluğu gündemini baş dilenci mentörün değiştirdi. 

Mutlusunuzdur inşallah, şimdi siktirin gidin St. Pauli stadında futbol dilenin. Beşiktaş'ı da onun için sahada ve dışarıda çırpınanlara bırakın, akıl vermeyin huzur verin.

14 Haziran 2012 Perşembe

Pops


Büyüksün Pops...

Not: "Wallpaper"ın orjinal boyutu (1920x1200) için imajın üzerine tıklayınız.

12 Haziran 2012 Salı

TBL 2011-2012


Başlamadan Biten Rüyalar...



















"Enkaz Edebiyatı" yapmayı en çok hak eden yönetimde, taşın altına elini koyan bir kaç cesur Beşiktaşlı'dan biriydi İbrahim Altınsay ve birçoğumuzun tekrar heveslenip camianın göreceği güzel günleri hayal etmesini sağlamıştı. Kurtuluş reçetesinin belki de tek maddesi mali disiplinden taviz vermeden yapacağı transferleri ve gençlerin üzerinde yükselmeyi hedefleyen geleceğin Beşiktaş'ını kuracak hocayı seçecek isimdi. Efsane basketbol takımımızın üçüncü kupasını kaldırdığı günün ertesi Beşiktaş camiası yine Beşiktaşlılığını yaptı ve hiç acımadan yumruğu boğazımıza oturttu!


Van Gaal tercihinin yönetim kurulu tarafından kabul edilmemesi gösteriliyor şu an sebep olarak ve olay henüz daha çok yeni, bir geri dönüş olur mu bilinmez ama gelecek şimdi daha da karanlık bizim için.


Güvendiğin kişiye yetki veremezsen, futbol şubesinin başında düşündüğün kişinin takımın geleceğini üzerine inşa etmesini planladığı adamı seçmesine izin vermezsen kurda kuşa yem olmaya devam ederiz. Bu kadar doğru başlayan bir projenin bu kadar çabuk hüsrana yelken açmasının yarattığı üzüntüyü tarif edemiyorum. Gerçekten ümitlenmiştik ve elimizden geleni yapabilmek adına büyük şevk duyuyorduk ancak İbrahim Altınsay'dan faydalanamadan mevcut kadro ile devam etme fikri inanın hiç bir şey ifade etmiyor artık.


*Ekleme: yazıdan sonra öğle saatlerinde İbrahim Altınsay'ın yaptığı yazılı açıklamayı da tarihe not düşmek adına buraya iliştiriyorum:


"Taraftarı ve Kongre üyesi olduğum Beşiktaş'ta fahri olarak yürüttüğüm, "Futbol Takımlarının Yeniden Yapılandırılması Genel Koordinatörlüğü" ve "Futbol Komitesi Üyeliği" görevimden ayrıldım. İstifamla ilgili spekülasyonları önlemek, konuyu gündemden mümkün olduğunca çabuk kaldırmak ve kapatmak için ilk ve son kez bir açıklama yapmayı gerekli gördüm.

Göreve gelir gelmez gece gündüz çalıştık ve kısa zamanda ortaya bir "Yeniden Yapılanma Projesi" çıkardık. Beşiktaş dengeli, gelişmeye açık, dinamik, mücadeleci ve çağdaş bir takım olacaktı. Bunun için, şimdiye kadar Beşiktaş'ta verdiğinden çok alanların tasfiye edilmesi, edilemiyorlarsa "Fulya'da Düz Koşu"ya yollanmaları gerekiyordu. Teknik Direktör bu stratejiye göre seçilecek, Ümraniye ve Özkaynak Düzeni buna göre yapılandırılacaktı.
 
Projeyi uygulamaya başlayınca Başkanımızdan ve Futbol Komitesi Başkanımızdan yeterli desteği göremedim. Projeye ilişkin kuşkular ve kararsızlıklar doğmaya başladı. Son olarak teknik direktör konusunda bilgim ve onayım dışında adımlar atılınca görevde kalmama artık gerek duyulmadığını anladım. Artık bir işlevi kalmayan bu görevden ayrılmak zorunda kaldım.

Üzülerek aldığım bu kararda, komite üyesi öteki arkadaşlarımla ya da bazı yönetim kurulu üyeleri ile olan anlaşmazlıkların etkili olduğu tamamen asılsızdır. Böyle anlaşmazlıkların olduğu tamamen uydurulmuş haberlerdir.
 
"Yeniden Yapılanma Projesi"nin Beşiktaş ve ülke futbolu için tek çare olduğuna inancım tam. Bu yolda atılacak her adımda, istek olursa, elimden gelen her türlü desteği göstermeye devam edeceğim.
 
Konunun böyle kapanmasını diler, saygılar sunarım."

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kaptan

Fikret Orman yönetiminin özellikle mali anlamda nasıl çok zor bir görevi üstlendiğinin farkındayım. Fakat geçen sekiz yılda sadece mali anlamda saçmalıklar yaşanmadı. Yönetimin saçma sapan demeçleri, çeşitli yöneticilerin karaktersiz davranışları saygınlığımıza gölge düşürdü. Bu arada takım kaptanlığı da bu yozlaşma furyasından nasibini aldı. Fener'e karşı tek maçlığına kaptan yapılan Nobre'lerden, canı sıkıldığında kendini attıran Quaresma'lara kadar birçok karaktersize Sanlı'nın, Rıza'nın, Şifo'nun taktığı pazuband verildi. Kaptanlık ayağa düştü. Ayağa düşen kaptanlığı tekrar önemli hale getirmek Beşiktaş'ın mevcut haldeki enkazını temizlemeye yönelik önemli bir harekettir. Semboliktir.

Uzun zamandan beri Ernst'in kaptan olması gerektiğini düşünüyordum. Eğer önümüzdeki sene takımda kalacaksa takım kaptanımız Fabian Ernst olmalıdır.

Not: Görseli, facebook kapak fotoğrafı boyutunda tasarladım. Bu şekilde isteyen herkes bu imajı böyle kullanabilir. Kullanmak isteyenler bloga ve bu linke referans verirlerse sevinirim.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Kafa Farkı

Nette gezinirken San Siro'nun eski fotoğraflarına denk geldim. Ne kadar güzel, ne kadar estetik bir staddır yarabbi ve 1990'da çatı yapılırken o estetik nasıl bambaşka bir boyuta taşınmıştır. O kolonların tasarımı stadın geri kalanına nasıl uyumludur, nasıl bambaşka fakat aynı dokuya sahip bir stad çıkmıştır ortaya.
Ve tabi ki bizim İnönümüz. Kesinlikle bir tasarıma harikası değildi, zamanın stadlarına göre bir farkı, bir çarpıcılığı yoktu belki ama gerek coğrafi konumu gerekse onu İnönü yapan taraftarıyla her zaman özel bir staddı. Lakin üzerine öyle bir çatı konduruldu ki, hani kuş kondursan bu kadar olur. Tamam ucuza geldi, tamam yeni açığa biraz koruma sağlandı, ama insan o çirkinliğe baktıkça "değer miydi?" demeden geçemiyor. Dünyanın herhangi bir stadına o çatıyı koyun, İnönü'ye ne kadar uyduysa ondan daha az uyamaz.
Milano devleriyle Beşiktaşımızın bütçelerini kıyaslıyor değilim, lakin yeni stad muhabbetinin canlandığı şu günlerde bu "ucuz etin yahnisi" muhabbetinin bizi yine bu manzaraya götürmesinden de tırsıyorum.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Bir peri masalı

Bir varmış bir yokmuş. Yiğidin harman, etiğin her derde derman olduğu bir kara parçası varmış, üç tarafı denizlerle çevrili. Uzak bir adada icat edilen top tepikleme oyununu, ki adına futbol derler, çok severler, onla eğlenirlermiş.

Senelerden bir sene gelir çatar, bu futbol takımlarından birinin İlhan Ekşioğlu adında bir yöneticisi, Cemil Turhan adında bir futbol şubesi görevlisi öğlen yemeği yerlerken başlarlar espriye. 'Abi,' der İlhan Cemil'e, 'Bizim Ankaragücü maçını para versek de kolaylaştırsak ne komik olur di mi?'. Çok güler Cemil buna, çünkü bu ülkede böyle şeylerin olmayacağını herkes bilir. Cemil de der ki, 'Abi menajer bir arkadaşım var Yavuz Ağırgöl, onu arayıp bu esprini anlatmalıyım, o da çok güler buna.' Cemil Yavuz'u arar, sonra bir kahkaha bir kahkaha.

Esprisinin tuttuğunu gören İlhan, Gençlerbirliği maçı için de aynı espriyi yapar. Bu kez Gençlerbirliği'nin kalecisi Serdar Kulbilge'ye, yardımcı antrenörü Cengiz Demirel'e, bir de menajer Mehmet Şen'e yapar bu espriyi. İlhan komedinin kralı olmuştur.

Aynı takımın bir başka yöneticisi olan Şekip Mosturoğlu, İlhan'ı bir gün arar der ki 'Senin esprine seviye farklı bir boyut katıyorum İlhan, izle millet kırılacak.' Şekip yakın arkadaşı Eskişehirli futbolcu Ümit Karan'ı arar, 'Oğlum çok komik bir esprim var!' der. Ümit şüpheli yaklaşır, 'İlhan abinin maç satın alma esprisi mi, abi ona çok güldüm ya ama dinledim onu.' der. 'Yok oğlum' der Şekip, 'bu espri farklı. Ben sana para versem de, siz Trabzon maçında iyi oynasanız nasıl olur' der. Espriyi duyan Ümit, bu yepyeni bakış açısını görünce gülmeye bir başlar, derler ki halen gülmektedir.

Espri kasıp kavurmaktadır. Yine bir gün, Sivasspor yöneticisi Ahmet Çelebi bir gün İstanbul'a gelir, yolda para bulur. Çok terbiyeli olduğu için bu şehrin yeddiemini kim söyleyin de teslim edeyim parayı der. Halk, şehrin belediyesinin takımında oynayan İbrahim Akın namlı çocuğun hem futbolculuk hem şehirde yeddieminlik yaptığını söyler. Ahmet Çelebi de gider parayı İbrahim Akın'a teslim eder. O sırada muhabbete dalarlar. Esprinin popülerliğinden dem vuran Ahmet Çelebi İbrahim'e 'Oğlum düşünsene, bu parayı sana Fenerbahçe maçında kötü oyna diye verdiğimi'. Espri bambaşka bir boyut kazanmıştır, İlhan kendi takımının oynadığı maçla ilgili, Şekip kendilerini ilgilendiren maçla ilgili espri yaparken, Ahmet bambaşka bir takımla ilgili espri yaparak İbrahim'i kırıp geçirmiştir.

Ülkedeki etik anlayışı çok üst düzey olduğundan bu esprileri duyan ve yağdırmayı seven Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, masalımızda adı geçen herkese ceza yağdırır. Her şey bir espriden ibaret olduğundan, esprilerin hepsiyle ilgili olan kulübe ses eden çıkmaz. Oy çokluğuyla.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.


Bu da mı ne? Gelsenkirchen derler adına da Türki dillerde bazen şu isimle anarlar.

Yersen kirchen.





31 Mart 2012 Cumartesi

Ne Bekliyoruz?














Bu yazıyı Yıldırım Demirören'in Beşiktaşı bırakacağı kesinleştiği gün, yeni başkanımızdan ne bekliyoruz sorusunu irdeleyecek şekilde yazmak istiyordum ama araya giren iş yoğunluğu ve biraz da isteksizlik nedeniyle ancak bu gün, yeni başkanımızın belli olmasından bir hafta sonra adresi belli bir şekilde yazıyorum.

Geride adeta bir enkazın bırakıldığı, takımın maddi manevi tümüyle içinin boşaltıldığı, rekor seviyede borçlanmaya rağmen (hani diyorlar ya barcelona'nın da çok borcu varmış!) sportif açıdan neredeyse hiç bir başarının yakalanamadığı travmatik bir dönemi geride bırakmak niyetiyle yola çıkmak durumundayız. İçinde bulunduğumuz ekonomik buhranı, gelirlerimizin ipotek altına alınmış olmasını, takıma olmasa bile kulübe, camiaya adeta küsen taraftarları ve içinde bulunduğumuz dönemin global kriz koşullarını hesaba katarsak gerçekten çok zor günler bizi bekliyor.

İçinize sinsin sinmesin, kendisini tanıyalım ya da tanımayalım, daha önce Yıldırım Demirören'le birlikte çalışmış olsun olmasın; Fikret Orman'ın adaylığı bu çerçevede çok önemliydi ve benim de içinde bulunduğum bir çokları için "tutunacak bir dal" anlamına geliyordu. İbrahim Altınsay'ın da dediği gibi şartların bu kadar kötü olduğu bi durumda uçağı en azından çakılmaktan kurtarmak ve yükselişe geçiremese bile uçuyor hale getirmesi dahi bizim için şu an çok önemli. İşte bu nedenle Fikret Orman'a şu aşamada destek olmalı ve en azında bir süre yapmaya çalıştıklarını anlayana kadar elimizden gelen katkıyı sağlamalıyız.

Peki uçurumun kıyısındaki Beşiktaşı düzlüğe çıkartmasını umduğumuz başkanımızdan ne beklemeliyiz? Etrafta uçuşan o kadar çok düşünce, o kadar farklı temenni ve beklenti var ki, artık allak bullak olan zihinlerin biraz sakin kafayla düşünmesini sağlamak lazım ve ekonomik kalkınma eksenli stratejik plan ile akılcı ve mantıklı bir yönetim için yapılması gerektiğine inandıklarımızı tartışmalıyız.

Kafamızı kaldırıp biraz dışarıya baktığımızda Beşiktaşın bu durumunun ne ilk ne de son olmayacağını anladığımız bir çok örnekle karşılıyoruz. Çeşitli nedenlerden ötürü yakın zamanda Juventus'tan Benfica'ya Borussia Dortmund'dan Glasgow Rangers'a bir çok Avrupa devi benzer senaryolarla karşılaştı ve bir çoğu hala büyük mücadele içinde. Bu takımların genelde ekonomik sıkıntılar nedeniyle düştükleri krizlerden kurtulma yolunda attıkları adımların incelenmesi bence yapılacak işlerin başında geliyor. Global senaryoların lokal durumlara uyarlanması her zaman doğru sonuç vermese de bir çok ülkede futbol ekonomisi denklemini oluşturan parametreler benzer ve denkleme yakın ağırlıklarda etki ediyorlar. Yazının sonunda linkini bulabileceğiniz Bağış Erten'in tam bir sene önce yazdığı Borussia Dortmund incelemesi* bizim için önemli ip uçları barındırıyor. Tamamını okumanızı önerdiğim bu yazıda özetle ne anlatılmak isteniyor ve biz önümüzde kanlı canlı duran bu örnekten neler çıkarmalıyız?

2002 senesinde kazandıkları lig şampiyonluğu ve UEFA kupası finali oynamanın verdiği güvenle borsaya açılan, şampiyonlar ligi gediklisi olma hayali ve o kanaldan gelecek olası kaynaklar üzerine kurulan şişirilmiş bir bütçe ve yüksek maaşlı transfer harcamalarının başını çektiği ağır ödeme planı sonucu Dortmund kulübü çok değil iki sene içinde stadını satan bir takım haline gelmişti. Dibi gördüler, tireyip kendilerine geldiler ve inanılmaz katı kurallar ile önce bankalar nezdindeki çok kötü imajlarını, borçlarını düzenli kapatarak çözdüler, sonra stadlarına geri kavuştular. Pek para getirmese de sattıkları büyük isimli oyuncuların yerine alt yapıdan olsun olmasın düşük maaşlı oyuncular koyarak yollarına devam ettiler ve şu an bulundukları konuma kadar geldiler. Tabii buraya kadar gelirken dört sezon boyunca lige 7.lik ve 13.lük arası gezindiler. Bu masal gibi gelen hikayenin rakamlarla desteklenmiş ayrıntıları için yazının tamamını okuyabilirsiniz.
Şimdi dönelim Beşiktaşa ve bizce yapılması gerekenlere.

Bahsedecek çok konu var ama bence en önemlilerine madde madde değinerek beklentilerimi özetlemeye çalışacağım.

- Hesap Sormak: Fikret Orman dahil olmak üzere bundan sonra başkanlık koltuğuna oturmak isteyeceklere örnek olması amacıyla da eski yönetim kurulundan hesap sorulması, sağduyulu Beşiktaş taraftarlarının en büyük beklentilerinden biri. Ortada resmen kulübü kendisine borçlu göstererek koca bir camiayı tehdit eden, bu tehdit sayesinde üst üste seçimler kazanan bir başkan ve ehil olmadığı konularda çok kötü kararlar alarak kulübü her açıdan geriye götüren bir yönetim kurulu var. Dünyanın neresinde hangi sektörde olursa olsun bu ekipten bu işin hesabı sorulur, Beşiktaş niye bu faicaya seyirci kalsın? İzansın harcanan, peşkeş çekilen gelirlerin hesabını mutlaka sorumluları vermeli, Beşiktaş taraftarı değil!

- Finansal Reform: Kredi kullanmadan kısa ve orta vadede ilerleme kaydedemeyiz. Ancak şu an kredibilitemiz o kadar kötü seviyedeki ki çok fahiş faiz oranları ile rica minnet kredi alır durumdayız. Bir kuruşun bile çok önemli olduğu şu zamanda olası her gelir ivedilikle bankalara olan borçlarımızı disiplin altına alıp eritme yolunda kullanılmalı iki ilerideki dönemde daha makul krediler kullanıp ondan sonra mali açıdan kendi ayakları üzerinde bir bütçe yaratmaya çalışalım.

- Küçülme - Öze Dönüş Efsanesi / Hikayesi: Seçim öncesi ve sonrası dile gelen ve çok spekülasyona maruz kalan konulardan biri de buydu. Yok efendim kulüp küçülemezmiş, yüz kusür yıllık mazisi olan tarihi çınar büyüyerek yoluna devam etmeliymiş. Küçülmekten ne anladığınızı bilmiyorum ama vermeden almak diye bir şey yok artık. Amatör şubelerin kapatılmasından bahsetmiyorum zira bu camianın önemli görevlerinden biri de bu şubelerde var olup ülke sporuna katkıda bulunmak. Açıkcası kapanmış bir voleybol şubesindense ikinci ligde mücadele eden bir voleybol takımı arzularım. Küçülmek derken yine pastanın büyük kısmını işgal eden futbol takımının görece küçülmesinden bahsediyorum ama bunu yaparken de romantiklerin rüyalarındaki "sürün sahaya 11 alt yapı oyuncusu" heyecanına kapılmıyorum. Beşiktaşın önceliği şu sıralar medyada yer aldığı gibi ne teknik direktördür ne de yabancı kalecidir. Her kuruş harcama karşımıza borç olarak dönerken kimse yerli yabancı teknik direktörden bahsetmesin. Beşiktaşı şu an düzlüğe çıkaracak şey kaliteli teknik direktör ve oyuncudan çok kısılmış harcamalardır. Bu nedenle önümüzdeki seneler sportif başarı beklentisinden uzak, alt yapı oyuncuları ile desteklenmiş düşük maliyetli az sayıda yabancı oyuncu ile oluşturulacak bir takım ve bu takımı motive edip bir sistem takımı haline getirebilecek (yerli yabancı farketmez) bir hocaya yönelinmelidir. Bunun için yine çok uzağa gitmeden Bundesliga'dan Lucien Favre, Mirko Slomka ve Jürgen Klopp gibi isimlerin bütçeleri ve sistemlerini incelemek gerekir.

- Maç Günü Gelirleri - Stad Projesi: Beşiktaşın şu an elle tutulur tek gelir kaynağı yayıncı kuruluşun ödemeleri olarak gözüküyor. Sadece bu kalem üzerine sağlıklı bir bütçe inşa etmek imkansız. Stadyumun yenilenmesi çok elzem olmakla birlikte hala belirsizliğini koruyan bir konu. Yeni stad yapılsın ya da yapılmasın maç günü gelirlerini arttırmak zorundayız. Taraftarın tekrar maçlara çekilmesi, "Wir zind Borussia" gibi bir kampanya ile camianın gerçek sahiplerinin takıma sahip çıkmasını sağlayarak önümüzdeki sezon kısa vadede iyi bir kaynak yaratabiliriz. Kombine satışında tarihimizin en kötü sezonunu şaka gibi bir rakamla geride bıraktık. Bu başarısızlıkların nedenlerini iyi araştırıp tribünlerle kavgalı durumdan çıkıp iç barışı sağlayarak taraftarların maddi desteğini de arkamıza almalıyız.

- Ek Gelir Kaynakları Yaratmak: Kartal yuvası faciasını bir an önce bitirip, profesyonellerin müdahil olacağı bir yapılanma ile kulübe nakit akışı sağlayacak yeni bir perakende ağı oluşturmalıyız. Beşiktaş taraftarından bir Fenerium başarısı beklemesek de şu anki gelirlerin çok daha üzerinde bir katkı sağlayabiliriz. Ayrıca hala düzgün bir şekilde hayata geçmemiş taraftar kart projesi yine tamam mı devam mı sezonu olacak önümüzdeki senede bize nakit katkısında bulunabilir.

- Profesyonellerden Yardım Almak: Bundan kastım Mendez gibilerinin oyuncağı olmak değil, yönetim kurulunu oluşturan ekibin kendi içinde doğru iş bölümü yapmasıdır. Sırf Beşiktaşı tuttuğu için yönetim kuruluna giren ama üç koyunu bile güdemeyecek yeteneği olmayan insanlardansa Fenerbahçeli, Galatasaraylı profesyonellerin kulüp içerisinde görev almasını tercih ederim. Belli ki; futbol şubesinde, medya ve kamuoyu ilişkilerinde, finansal yönetimde ve ticari yatırım organizasyonlarında büyük eksikliklerimiz var. Yönetim kurulunda olsun olmasın bu konuda bize yardımcı olabilecek herkesden yardım alabilmeliyiz, beşiktaşlıydı değildi komplekslerine girmeden.

Yazıyı daha fazla uzatmadan, bu kaotik dönemde elini taşın altına koyan yeni yönetim kurulumuza teşekkür edip, yukarıda saydığımız kritik konular hakkında atılacak adımların takipçisi ve destekçisi olacağımızı belirtirim.
Kulübü düzlüğe çıkarmanın en kritik noktası mali yaptırımlar ve Fikret Orman'ın bu konuya ivedilikle eğileceğini tahmin ediyorum. Umarım camiadaki cahillerin eleştirilerine ve kulübün en ücra köşesine kadar sinmiş eski başkanın şakşakçılarının engellerine takılmadan kendi programlarını uygulayabilirler.

Zaman kaçma zamanı değil, Beşiktaşa sahip çıkma zamanı!

*http://goo.gl/MDNXA

3 Şubat 2012 Cuma

Biri diyor Çanakkale Boğazı diğeri anlıyor...



Teşekkürler Güntekin Onay, ne yazık ki senin gibi Beşiktaşlıların sayısı çok azaldı.

27 Ocak 2012 Cuma

Rıdvan Akar'ın Forza'da Sansürlenen Yazısı

Bu güzel yazı Forza'da sansürlenmiş. Aferin(!)

"Beşiktaş taraftarı olarak bizler kendimizi Çarşı olarak bilinen o büyük şemsiyenin altında hissederiz. Zira Çarşı pek çok konuda bizim adalet ve vicdanımızla örtüşen bir duruş sergilemiştir. Bunun son örneği Van için gösterilen duyarlılıktı.

Ancak saygınlık zor kazanılan ama çabuk kaybedilen bir haslettir.

Çarşı’nın Pluton’dan Eto’o’ya, nükleer santralden Hasankeyf’e kadar pek çok konuda gösterdiği hassasiyeti kendi “varlık nedeni” ile yani Beşiktaş ile de göstermesini beklemek hakkımızdır.

Eğer sevdalısı olduğunuz kulubün başkanı şike soruşturması sürecinde Fenerbahçe’yi kurtarmayı kendisine görev edinmişse, eğer sevdalısı olduğunuz kulübün başkanı doğruları dile getiren -geçmişten beri dost olduğumuz- Altay kulübünün başkanına “otur, haddini bil” demişse ve en beteri de sevdalısı olduğunuz kulübün başkanı “Fenerbahçemiz” sözcüğünü böylesine keyfiyet içinde kullanabiliyorsa, Çarşı’nın da bir tepki göstermesini beklemek hakkımızdır.

Aksi takdirde “Çarşı’nın neye karşı” olduğunu sorgulamaya başlarız ki o takdirde Çarşı’yı “asi” yapan o A mahsun kalır...

Kusura bakmayın arkadaşlar, geçmişte çokça sorgulanan ve sizleri de çok rahatsız ettiğini bildiğim, “Çarşı–yönetim” iddialarını boşa çıkarmak içir tarihi bir fırsat elinizdedir. Bu fırsatı harcamamanızı tavsiye ederim.

En azından o Denizli maçında dayak yiyen Beşiktaşlılar için isterim.

Benim duruşum ise şudur: Statta iki elimi havaya kaldırır ve çapraz sallarım:

YETER DEMİRÖREN!"


http://subjk.blogspot.com/2009/10/kimliginiz.html

16 Ocak 2012 Pazartesi

Beşiktaş Forvetleri

Alican'ın verdiği fikirle Bursa maçından sonra böyle birşey yapmaya karar verdim, bir iki saat içinde yapıp bitirdiğimden çok kaliteli olmadı ama genel olarak bir fikir verir. Sene sonunda (veya play-off'dan önce) daha kallavisini yaparım inşallah.


8 Ocak 2012 Pazar

İnönü Bizimdir...


Not: Gerçek boyutlu hali (1920x1200) için imajın üzerine tıklayınız.